Spor karşılaşmalarında bir rekabetin olması kaçınılmaz bir sonuçtur. Aslında; iyi düşünürsek spor karşılaşmalarının asıl amacının da rekabeti oluşturmak olduğu ortaya çıkacaktır.
Önceleri sporcuların bedensel ve zihinsel güçlerini geliştirmeleri amacıyla yapılmakta olan sportif çalışmalar günümüzde profesyonelliğin her alanda yaygınlaşması nedeniyle giderek akıl almaz boyutlarda gerilimlerin oluşması sonucunu doğurmuştur.

Bu gerilim; sporun her dalında ve her ülkede kendini göstermektedir. Gerek; takım oyunlarında sporcular arasında gerekse takımların taraftarları arasında son derece önemli çatışmalar yaşanabilmektedir. Yalnızca bizim ülkemizde değil; ne yazık ki bu İngiltere'de de böyledir, İtalya'da da böyledir. Çok örnek vermeme gerek yok sanırım. 1985 yılında Belçika'da Heysel Stadyumunda İngiliz ve İtalyan taraftarlar arasında çıkan olaylar sonucunda yaşanan ve 40 kişinin ölümüyle sonuçlanan faciayı hatırlamak yeter de artar bile.

Bizde olmaz mı? Nasıl olmasın? Bizde her maç öncesi ve sonrası hem çatışma hem de ölümlü olayları hepimiz bilmekteyiz.
Şimdilerde adına fair play denilen aslında kısaca centilmenlik olarak tanımlanması gereken anlayış sahalarımızdan giderek kaybolmaktadır.
Ben çocukluğumdan bu yana fanatik olmayan bir Fenerbahçeliyim. Üniversite yıllarımızda çok sıkı bir Galatasaraylı olan arkadaşlarımla Galatasaray-Fenerbahçe maçları için İstanbul'daki tek stad olan Mithatpaşa Stadyumuna gider yan yana maç seyrederdik. Ağzımızdan ortaklaşa çıkan en kaba kelime "Yuh"un ötesine geçmezdi.
O maçlarda hakemler düdük çalmazlar mıydı? Nasıl olur, hiç çalınmaz mı? Ama hakemin düdük çalıp oyuncu ihraç ettiğini hatırlamıyorum. O zamanlar "Sarı kart", "Kırmızı Kart" uygulaması yoktu. Hareketler biraz sert oldu mu hakem oyuncuyu yanına çağırır yalnızca uyarırdı.

Ancak ben kişi olarak bu centilmenlik anlayışının yıkılışını geçmişte gene bir Fenerbahçe-Galatasaray maçından aklımda kalanıyla hatırlıyorum. O gün bir Fenerbahçeli olarak ne kadar da üzülmüştüm. Yıllardan 2002; Locada Aziz Yıldırım ve Rahmetli Özhan Canaydın yan yana 6-0'lık maçı izliyorlar, Fenerbahçe gol attıkça Aziz Yıldırım havalara fırlıyor, sevincinden ne yapacağını bilemiyor. O, yanındaki konuğunu unuttu. Ama ben o sahneyi unutamıyorum. Her şeye karşın Rahmetli Özhan Canaydın sakin ve maçın sonunda alkışını da esirgememişti. İşte fark...   

***

Geçen hafta; Süper (!) Lig'imizde Trabzonspor ile Gaziantepspor arasında maçtan sonra verilmeyen bir penaltı bahane edilerek hakem Çağatay Şahan ve ekibi  DÖRT saat süreyle odalarında hapis tutuldular. Hapis tutuldular diyorum ama bu konuda alınmış bir mahkeme kararı yoktu. Ancak, neylersiniz emir (!) büyük yerden Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu'ndan gelmekteydi. Hazret, maç sırasında stadyumda değildi; maçı İstanbul'larda seyretmiş başkanı olduğu kulübe haksızlık yapıldığı kararını orada alarak anında telefonla Trabzon'daki yardakçılarını aramış ve talimatını vermişti. Aynen öyle diyor: "Talimat verdim, ben gelinceye kadar çaylarını, kahvelerini, yemeklerini verin". Dikkatinizi çekerim; o, "Ben gelinceye kadar" deyimi çok önemli; kararları ben veririm düşüncesinin başka tanımı olabilir mi?

Ya sonrakiler, yani Trabzon'a geldikten sonra söyledikleri tarihe geçti bile. "Adam gibi yaşadım, kadın gibi yaşamadım", "Kadın gibi bir gün yaşayacağıma, yüz sene hapis yatarım" Bunlara ne diyebilirsiniz?
Ancak; olaylar istediği gibi gelişmeyince "Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar" misali ben onu öyle söylemedim, ben onu o maksatla demedim diyerek  tevil yoluna saptığı da gün gibi ortada.
Yalnız o değil; ne yazık ki Futbol Federasyonu'nun Yönetim Kurulu üyesi olup Trabzonspor'u temsil eden İbrahim Usta da hakemlerin kapısının önünde olanlar için neler diyor gelin bir bakalım. "Küfür edip etmediğimi net olarak hatırlamıyorum. Net söylüyorum ama eğer o gün o andaki heyecanla ağzımdan bir şey çıkmışsa onu hatırlamıyorum (!)" Hadi gelin de bu cümlelerden bir sonuç çıkarın.
Sporun yalnızca bir seyir olduğunu aklımızdan çıkarmayalım, gerginlik yaratacak eylemlerden, davranışlardan uzak kalalım. Unutmayalım bu gidişin sonu pek öyle hayra gitmiyor.
Esenlikle kalınız...