Mizaha yatkın mıyız? Yoksa aslında mizah gibi olan bir toplum muyuz? O kadar kanıksamışız ki, ancak içimizden birileri çıkıp ayna tutunca güler buluyoruz halimize kendimizi...
Bu satırlar, mizah yeteneğimiz güçlü diyenler içindi; kara mizah örneklerimiz çok daha fazla.

Taze yaşanmış bir öykü. Bankanıza gidiyorsunuz, banka kartı yenilenmesi talebinde bulunuyorsunuz ve evinizde olmayacağınızı söylüyorsunuz. Sizden bankadan teslim alacağınıza dair imzalı kağıt alıyorlar. Makul bir süre bankadan ses çıkmayınca siz yine gidip, aynı müracaatı bu kez başka bir gişe elemanına yapıyorsunuz. Yine banka şubesinden teslim için kağıt imzalıyorsunuz.

Bir Pazar günü akşamüzeri saatlerinde evde bulamayınca sizi telefonla arayan kurye, size ulaşamıyor. Bu durumda ne yapması gerek? İhbar bırakıp, zarfı kargo şirketine iade etmeli değil mi? Mantık bunu söylüyor. Fakat böyle olmuyor. Başka bir daireden dış kapıyı açan şahsa teslim ediyor. Ertesi gün öğle saatlerinde kartınızı teslim alan kişinin adı size iletiliyor. Bu arada o kişi henüz size ulaşmamış. Israrla bana iletin dediğiniz bankanız ve kargo şirketi bir olmuş, sizi kartınızı almak için birisinin peşine düşmeye zorluyor. Bir zincirleme hata ile hala gönderi size ulaşmış değil. İşlem kurumsal olmaktan çıkmış, hiçbir yakınlığınız olmayan kişiye müracaat edeceksiniz. Teslim için ne kendisine, ne de üçüncü şahıslara yetki vermemişsiniz. Biri yetki almadan teslimat yapıyor, diğeri yetki verilmeden teslim alıyor. Her şey sizin dışınızda, size iletilmesi gereken kart da dahil!...
İlk iş banka Genel Merkezi'ne yazılı olarak durumu bildirip, kartın iptalini istemek. İkinci iş, soluğu bankada almak. Banka Müdürüne, şubeden teslim talimatım var, eve hem de tatil gününde kart iletilmiş diyorsunuz. (Ne kargo şirketleri var ama, tatil gününde bile çalışıyorlar da diyebilirsiniz(!)...) Müdür, bankanın yanlışlığı için "haklısınız" özründen sonra, başka bir kişiye asla teslim edilemez diyor. Sonra telefonla konuşunca öğreniyor ki, yenilenen kartlarda kişinin kendisinden başkalarına da teslimat yapılabiliyormuş. Olacak iş değil!...
İşin bir de kargo firması kısmı var. Bankaya kargo şirketinin telefonunu verin diyorsunuz, "biz kendilerine bildiririz" diyor vermiyorlar. Kuryeyi arıyorsunuz. Kurye vermek istemiyor. Hala işi kendi çözecek. Sorun ne ise kendisine iletilmesini istiyor. Siz de firmanın genel merkezine yazıyorsunuz. Genel Merkez yetkili şubeye ulaşınca, şubeden sizi arıyorlar ve "keşke bize iletseydiniz ve durumu açıklasaydınız biz sorunu çözerdik" açıklamasından sonra, kuryeyi işten çıkardıklarını öğreniyorsunuz. Size gelinemezdi, iletinizde ne adres ne telefon var, banka biz bildiririz modunda... Sonuç; kart iptal, kurye işsiz... Elbette bu sonuca da ayrıca tepki gösteriyorsunuz. Yanlışlıklar kuryede başlamadı, yanlış olan sistemin işleyişi. Siz "teslimat yapılsın" diyecek yerde, "teslimat kişinin kendisine yapılsın" diyerek eğitmeliydiniz elemanlarınızı diyorsunuz.

Kargo şubesi genel merkeze karşı, kuryeyi işten çıkararak, banka şubesi yeni kart çıkaracağız ve bu kez size bankadan teslim yapacağız diyerek genel merkezlerine karşı durumu kurtarıyorlar. Kart sahibi ve kurye mağdur edildikleri ile kaldılar. Stres, sıkıntı, zaman israfı yetmiyor gibi, bir de bir talebiniz nedeniyle istemeden de olsa bir kişinin işsiz kalmasına sebep olmanın azabı...

Kartı alan komşuyu merak ediyorsanız; iki gün sonra kapınızda "insanlara iyilik yaranmaz" notu ile banka kartı zarfını buluyorsunuz. Pazar günü kurye gelince acil ihtiyacınız olduğunu düşünüp almış ve iki gün sonra, belki de kargo şirketi aradığı için kartınızı kapınıza bırakıyor. Ne hızlı ve güvenli bir sistem(!)...

Buradan herkesin çıkarması gereken dersler var. Başkalarının aynı sorunu yaşamaması için!... Bankaların kartları banka şubesinden kişinin kendisine teslim etmesi kargo ile iletmesinden daha güvenli!.. Şubeye gidemeyecek olanlar, bir kişiyi yetkilendirilmeli.

Bir işin oldurulması, işin nasıl oldurulduğundan daha önemli olunca, ortaya bunun gibi herkese zarar bir sonuç çıkabiliyor. Kolaylaştırıyor gibi zorlaştırıyoruz yaşamı ve birbirimizin burnundan getiriyoruz. Yardımlaşıyor gibi zarar veriyoruz. Çözer gibi yaparak, erteliyor, büyütüyoruz. Köklü çözüm yerine anlık yamalarla yetiniyoruz. Tabloya geriye çekilip bakınca; üzüntü ile; "bu biziz, biz buyuz" diyorsunuz.

Kurumsal işleyiş ve kişi hakları gelişmiş ülkelere özgü. Sadece siyasetin işleyiş tarzında değil, toplumsal yaşam ilişkilerinde de hep gelişmemiş ülke olmanın acısını duyuyorsunuz.
Tüm kurumları hala gözünüzün önünde hallaç pamuğu gibi dağıtılan, eğitim kalitesinde 137 ülke içinde 99. sırada yer alan bir ülke olup çıktık. Sabah akşam zerzevat konuşuyoruz. Ülkenin en önemli sorunun adını soğan, patates, domates.... koyarak, onu da bir iki ilde bazı noktalara konuşlanan tanzim adlı satış kuyruğu ile "çözdük işte" oluyorsanız, hiç şaşmamak gerek... Zerzevat üzerinden zevat pazarlanıyor. Sorumlu olması gerekenler, sorunu çözenmiş gibi yeniden üretiliyorlar... Hem sihir, hem keramet!... Gerçek elinizden gözünüzün önünde kayıp gidiyor.

Murathan Mungan'ın romanındaki "Türkiye'nin dekoru" tespiti geldi aklıma: Bu dekorun önünde neyi koysan durmuyor, hiçbir şıklığın karşılığı yok, her şey birbirini götürüyor, sıfırlanıyor, sonunda sürekli memleket sıfırlanıyor... diyordu, neyin gerçek, neyin asıl olduğunun önemini kaybetmişliği dediği (traji)komikliği anlatıyordu; elbette edebi bir dille... Bu kadarı kalmış aklımda... yazarın affına sığınarak aktarıyorum... Üzerine yeniden romanlar yazılacak kadar özlü bir tespit yapmış, hepimizin içine yığış(tırıl)ıp, tektipleşti(rildi)ğimiz dekor(umuz) üzerine!...