6 Ekim 1923'te Çukurova'da dünyaya gelen Yaşar Kemal, doğum gününde anıldı. 1923'te, o uzak gökyüzü altında, sıcak yaz akşamlarında dama serilen yer yatağında başını yastığa koyduğun zaman, uzak dağ köyleri gibi görünen o uzak yıldızların altında açtı gözlerini dünyaya... Ailesi yıldızlara daha yakın yerlerden Van Erçiş'ten, o dönem Adana'nın ilçesi olan Osmaniye Hamite (Gökçedam) köyüne göç etmişti. Doğduğu topraklarda roman gibi bir çocukluk geçirdi. Pamuk tarlalarında, patozlarda ırgatlık yaptı. Çeltik tarlalarında su bekçiliği, köy öğretmen vekilliği, traktör şoförlüğü gibi pek çok işte çalıştı.

"Uzak, çok uzak gökleri vardır Çukurova'nın, çok uzak yıldızları... Çok uzak çepeçevre mavi, uçuk mavi, mor, uçuk, bakır rengi dağları vardır Çukurova'nın, dumana batmış. Ortasında bir çiçek görkemli..."

Böyle güzel anlatıyordu doğduğu Çukurova'yı 'Ağacın Çürüğü' adlı romanında, böyle güzel ve görkemli... Yalnız bizim değil dünya edebiyatının da en iyi yazarları arasında yer alan, eserleri 40'ı aşkın dile çevrilen koca yürekli yazarımız Yaşar Kemal, "O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler" diye yazmıştı 'Demirciler Çarşısı Cinayeti' kitabında. Uğurladığı o iyi insanlar gibi 28 Şubat 2015'te güzel atına binip gitti, kuşlar da gitti peşi sıra. Biz biraz daha yalnız kaldık yeryüzünün bütün ovalarında...

Eserlerinde ilk adımların toprağa atıldığı evleri, portakal çiçeği kokulu Çukurova'yı, "acıyı, sevinci, mutluluğu, her şeyi burada yaşadım" dediği o kızgın toprakları, Toroslar'ı, yöre insanını bütün gerçekliği ile anlattı. Her yerden bir arı misali renkler, sözler, türküler, öyküler toplayıp hafızasının bir köşesinde biriktiren yazar, bunları harmanlayıp okuyucuya yaşıyor hissi veren, canlı betimlemelerle yazıya döktü. "Hep Çukurova'yı anlatıyorsunuz Çukurova bitince ne yapacaksınız?" diye soranlara cevabı hazırdı; "Çukurova tükenmez ki!" Çukurova nirengi noktasıydı, o Çukurova'dan dünyaya, bütün insanlığa seslendi.

Herkesle iyi anlaşan, insanın arkasından değil ne söyleyecekse yüzüne söyleyen Yaşar Kemal ile ilgili Zeynep Oral'ın paylaştığı anı, onun yaşamla ve insanlarla kurduğu o derin bağı çok güzel anlatıyor:
"Yıl 1974, Yaşar Kemal, Elia Kazan ve ben İstanbul'dan yola çıktık. Truva, Bergama, İzmir yolculuğundayız. Bergama'ya geldiğimizde ben dolaşmaktan yorgun düşmüştüm. O ikisi gezip her taşı incelemeye devam ediyorlardı. Bir ara yanıma bir genç geldi. Elia Kazan ve Yaşar Kemal'i göstererek 'Kim bunlar' diye sordu. 'Neden sordun' dedim. Genç; 'Deminden beri onları izledim. Biri Türkçe konuşuyor, diğeri İngilizce ama bir anlaşıyorlar, bir anlaşıyorlar ben bu işten bir şey anlamadım' dedi. 'Biri İngilizce öğretmenim (Elia Kazan gizli geldiği için öyle diyorduk) öteki ise Yaşar Kemal' deyince gencin yüzü aydınlandı ve şöyle dedi: "Ha o zaman anlaşıldı. Yaşar Kemal Toroslar'da ağaçlarla, sularla, dallarla, çiçekler, böcekler, arılarla bile konuşur anlaşırmış. Bu İngilizle mi anlaşamayacak!"

Yaşam bize öğretti ki giden güzel atlılar geri dönmüyor. Hem sen değil misin üstat, 'Düşünmek, en küçük anlamda var olmak demektir' diyen. Bize düşen o düşünceyi büyütüp, yaşatmaktır artık. Demirin tuncuna, insanın piçine rağmen...
İyi ki doğdun usta! İyi ki bizimle yaşıyorsun hâlâ!