Geçen hafta sonu görsel, duysal ve yazılı medyamızda en çok sözü edilen haberler arasında yeni açılan köprü ve otoyollardan alınan vergilerin yüksekliği dolayısıyla İstanbul Halinde satışa sunulan tarımsal ürünlerde oluşan fiyat artışlarının anlatıldıkları bulunmaktaydı.
Elbette olacaktı da; aslında yeni hizmet diye sunulan eserlerin kullanım bedellerinin tüketicilere yükletilmesi  son zamanların, daha doğrusu Özalizm Felsefesinin yürürlüğe girmesiyle başlamıştır denilebilir. Rahmetlinin 1983 yılındaki seçim öncelerinde televizyonlarda "Satarım, hem de babalar gibi satarım" diyerek rakip parti lideri Necdet Calp'a yüklenişini yeni nesiller elbette hatırlayamayacak, bilemeyeceklerdir.   
Meğerse işin içinde iş varmış. Kısacası kırk seneye yakın bir zamandan bu yana şu "Yap, İşlet, Devret" anlayışından vazgeçemedik gittik bir türlü. Belki de yakınlarda şehiriçi yollarda bile geçiş ücreti ödemeye başlayabiliriz.

Demem o ki; Maliye bu, yani devlet bu yapar mı yapar. Elbette yalnız bizde değil batı ülkelerinde bile belki geçmişte diyeceksiniz ama yaşanmıştır. Kısaca anımsatayım: Fransa'da yakın zamanlara kadar "Kapı ve Pencere Vergisi" (L'impôt sur les portes et fenêtres) adlı bir vergi bulunmaktaydı. Yani kısacası binanın ne kadar çok kapısı, ne kadar çok penceresi varsa vergisi de o denli çoğalıyordu. Ne demiştim? Devlet bu; yaptım deyince yapar vatandaşlar da öderler de öderler.
Olsun; her üç yılda bir vergilerde yapılandırma diye bir uygulama başlatılır. Mükelleften ne gelirse irat kaydedilir. Görünüşe bakılırsa günümüzde devletimizin vergileme anlayışı bunun ötesine gidemiyor.

İstanbul Serbest Muhasebeciler Mali Müşavirler Odası Başkanından öğrendiğimize göre ülkemizde 299 çeşit vergi bulunmaktaymış. Maliye teşkilatımız bağırıyor: "Buyurun sayın  vatandaşlar, sizin için 299 çeşit vergi yaptık, seçin seçin alın, tercih sizin. Ödeyemezseniz bile biz ritmik olarak yapılandırma yasaları çıkarır size yardımcı oluruz."

***

Elbette yazımın son bölümlerinde biraz espri yapmış olayım. Sevgili okurlar bu kadar da hakkımız olmasın mı?
Durduk yerde bu vergiler üzerine neden mi yazmak istedim bilir misiniz? Bir ticari işletme kişisel olsun para kazansın kazanmasın bazı beyannameleri vermek zorundadır. Neler mi bunlar? Her ay için KDV, Muhtasar, SGK beyanname ve bildirgeleri, dört ayda bir geçici vergi ve yılsonunda yıllık vergi beyannamesi. İşte vermek zorunda olduğu bu beyannameler için üç aşağı beş yukarı 1.500 lirayı biraz önce yazdığım gibi gelir elde etsin ya da etmesin sorma ver parası olarak devlete ödemek durumunda kalmaktadır. Davulun sesi uzaktan hoş gelebilir ancak iş hayatının bireylerinin af buyurun sağmal inek olmadıklarını da hatırdan çıkarmamak gerekir. Maliye teşkilatına ben iş yeri açtım diyerek bildirimde bulunmanın ödülü bu mu olmalı? Üstelik, bu türlü hiçbir kıstasa dayanmaksızın belirlenebilen zorunlu beyanname/bildirge paraları her sene güya enflasyona bağlı olarak yükseltilebilmektedir. Sorarım; devletin kayıtlı mükellefine yaklaşımı böyle mi olmalı? Bir yanda vergi kaydı olmaksızın ekonomide at oynatanlar, vergi kaydı olsa bile devleti dolandırmak yoluyla servet edinebilenler  öte yanda hasbelkader vergi kaydı yaptıranlar. Şu, biraz önce yazdığım 1.500 liralık "sorma ver parası" bile haksızlıkların temelinde yatmıyor mu? Üstelik; adından da anlaşılacağı üzere geçici vergiler deprem felaketindeki zararları karşılamak üzere geçici olarak yürürlüğe konulmuştu.

***

Dede Korkut Hikayelerinin kahramanlarından bir "Deli Dumrul" vardır. Bilir misiniz? Hikayede anlatıldığına göre bir önemli köprünün başına geçmiş, artık nasıl geçmiş bilinmez gelenden geçenden ayrım yapmaksızın haracını alırmış.
Bizim devlet de ona benzer olmuş bana kalırsa. Bir yerden bir yere mi gideceksiniz otoyollar hizmete hazır; eee, yolun sonunda köprüye geldiniz karşıya geçmek zorundasınız. Orası da hazır. Yeter ki siz paradan haber veriniz. Nasıl güzel mi? Anlaşılan, modern haraç sistemi ülkenin her yanını sarmış.
Anlayamadığım şu bizim ilkokullarda, ortaokullarda yurttaşlık bilgisi derslerinde okuduğumuz devletin görevleri arasında yollar, köprüler yapmak yok muydu? Ne oldu da bu günlere geldik?

***

Bakınız; 1923'te  bu Cumhuriyeti kuranlar 1926 yılında yani kuruluşun daha 3'üncü yılında devlet gelir bütçesinin % 26'sını kapsayan "Aşar Vergisi"ni kaldırabilme cesaretini gösterebilmişlerdir. O "Aşar Vergisi" ki; ülkenin can damarı köylülerin ürünlerinin onda birini alma esasına dayanmaktaydı. Ve bu genç Cumhuriyet; o günlerde şimdilerde o çok özlem duyulan Osmanlı'nın borçlarını ödeme ceremesini de yüklenmişti. Sarayın sorumsuz harcamaları için Düyûnu Umumiye denilen batılı devletlere yapılan borçların ödeme zorunluluğu Cumhuriyet hükümetlerine kalmıştı.  Artık; o günlerde yaşananlar, bugünlerde birilerine  kapak mı olur bilemem.
Günümüzde parayla geçme gibi garip bir mantıkla yürütülen köprü geçişi Müruriye (*) adıyla Osmanlı döneminde 1845'lerde İstanbul'daki Galata Köprüsü için yürürlüğe konulmuştu. İlginçtir; genç Cumhuriyet 1930 senesinde bu uygulamayı da kaldırdı. Vatandaşlarımız serbestçe gelip gidebildiler.
Esenlikle kalınız.
TÜRKÇE İÇİN NOT
Harfiyat değil HAFRİYAT
(*) Başlangıç  günleri için tarife özeti: Yaya 5, Yüklü hamal 10, Boş araba 100, Yüklü araba 200 Para.