1919'un mayıs ayıydı. Yunan işgal kuvvetleri İzmir'e ulaştığında onları İzmir Metropoliti Hrisostomos karşılaşmıştı. Karşılamasında, Yunanlıların bile abartılı bulduğu şu konuşmayı yaptı: "Asker evlatlarım, Elen çocukları, bugün ata topraklarını yeniden fethetmekle İsa'nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Haydi buyurunuz, bütün azizler sizin arkanızda olacak. Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor!"

Diğer yandan da Yunan Ordusu'nun içinde yer alan komünist askerler "düşman" ordusunun askerine "kardeşim" diyor ve bu savaşta yer almak istemediği için kendi ordusu tarafından kurşuna diziliyordu. Yunanistan Sosyalist İşçi Partisi, halkı kendi hükümettine karşı ayaklanmaya çağırıyor, Anadolu'ya yapılan işgal ve hareketi yayılmacı, emperyalist ve maceracı olarak değerlendiriyordu. Komünist askerler; "Panayır kutlaması havası içinde -kahraman ordumuzun desteği ile ulusal hedeflerimize ulaşacağız- açıklamasını yaptı yeni hükümet yetkilileri krallık mührüyle. Yeniden Vampirleştiler. Kan...kan...kan... diyerek halkın kanını istiyorlar. Yılbaşı günlerinin tatlı rüyaları yerini acılara, ağıtlara, ölülere ve ölmeye hazır olanlara yas tutmaya dönüştü. Ey vampirler... Kan kokan sevinçleriniz kursağınızda kalabilir. İçinde yaşadığımız toplumsal sömürülere ve şartlara rağmen demagoji ve yalanlarla süsleyip resmettiğiniz, uğruna insanları barbarca birbirine parçalattığınız emellerinizi biliyoruz artık. Biz kendi halinde yaşayan vatandaşlar kanla boyanan yılların cehennemi içinde uyandık. Ödediğimiz bedeller çirkin egoizminizin, sınıfınızın, -vatanınızın- ve -ulusal rüyalarınızın-, arkasında yatanları görmemize yardımcı oldu. Biz günlük yaşam için mücadele edenler, işçiler sömürülerinizin devam ettiği bu toplumsal yapı içinde özgür olamayız. Çünkü savaştan ordunuzun kurbanları olmadığımız dönemlerde de fabrikalarınızın ve ticari şirketlerinizin kurbanı olmaktayız."  paragraflarının içinde geçtiği uzun bir bildiri yayımlamışlardı.

Türk Cephesi'nde ise İzmir işgalinden yaklaşık dört saat sonra Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi meydanda toplanan Denizli halkına "Muhterem Denizliler!... Bugün sabahın erken saatlerinde İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir. Vatana karşı işlenen suçların Allah ve tarih önünde affı imkansız ve günahtır... Silahımız olmayabilir, topsuz, tüfeksiz olarak sapan taşları ile de düşmana karşı çıkacağız... Elinizde silahınız olmasa dahi üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka fiili mukabelede bulununuz."

Böyle bir halk hareketine işgal mi dayanır! İzmir kurtulmuştur. Halkın sarsılmaz inancıyla, bütünlüğüyle düşman birlikleri geldikleri gibi gitmişlerdir.

Dönemin Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi Anadolu hareketini eşkıya hareketi olarak görmektedir. İzmir işgalden kurtulduktan sonra da Ermeni ve Rumlardan oluşan bir kuvvetle Türk Ordusu'na karşı çıkılmasını Vahdettin'e teklif edecek kadar akıldan uzak bir tutum sergilemiştir.

Tüm bunlarla görülüyor ki vicdan; din, kavim ve ırk ile birlikte gelmiyor. Bir tarafta halkı milli mücadele için örgütleyen din adamlarımız varken, diğer tarafta şahsi menfaatleri için halkı halka kırdırmaktan bile geri durmayan gözü dönmüş din adamlarımız da vardı. Karşı tarafta, yaşadığı toplumdan nefret eden ve onların kanını içmek için uğraşan din adamları varken, bir yandan da halka, kardeşine kurşun sıkmaktansa ölümü göze alan "düşman" askerleri...

Kurtuluşun üzerinden neredeyse yüz yıl geçti. 30 Ağustos'ta, 19 Mayıs'ta Atatürk'ün adını anmayı zul sayan Diyanet İşleri'ni, "Keşke Yunanlı galip gelseydi" diyen din adamlarını! gördük. Atatürk'e "ayyaş" diyen devlet adamlarını! gördük. Ellerinde baltayla Atatürk heykellerine saldıran mültecileri gördük. Belediyelere kayyım atayan, "Kayyım atarız" diye tehtit eden bakanları gördük. Atatürk'ün kurduğu partinin il başkanına teröre destek gibi komik bahanelerle cezalar yağdıran hakimler gördük. Tüm bu görüntülere bakınca Ermeni ve Rumlardan oluşan bir orduyu Türk Ordusu ile karşı karşıya getirmeye çalışan, halkı birbirine kırdırma gafletine dahi düşebilecek gözü dönmüş şeyhülislamın aklınıza gelmediğini söylemeyin.

Kurtuluşun doksan yedinci yılında dosta da düşmana da, kardeş Türk halkına ateş etmektense infaz edilmeyi tercih eden iki yüz Yunan askerinin vicdanından dilerim.