Bu yazımı yazabilmek için uzun zaman elimde kalem, önümde defterim bakıştık. Kafamda binbir düşünce, dilimde kelimeler, yazamıyorum...
Gözlerimi kağıda kilitleyemiyorum, gözüm gözlere kilitlenmiş, hayat dolu şehitlerimizin gözleri.
Cuma gününden bu yana hepimiz ekrana kilitlenmiş, duyduklarımıza inanamayarak feryat figan dövünerek dua ederek "Tanrım bu son şehit haberi olsun!" diyerek geçirdiğimiz 24 saat. Karşımızda Hatay valisi gidiyor, geliyor şehit haberi veriyor.
Neden, niçin, nasıl bir Allah'ın kulu devlet büyüğü yok. Başkan, başkan yardımcıları, bakanlar genel kurmay başkanı? Sadece devletin valisi...
Yetkili olduğu konuda şehitleri anons etmek derken sosyal medyadan görüntüler, haberler dökülüyor. Dehşetimiz, tansiyonumuz tavan yapmış, açıklayacak teyit edecek, teskin edecek kimse yok. Evlatların hali can yakıyor, anne babaları yavruları, eşleri, babaları askerde olan aileleri ne halde olduklarını düşünemiyorum bile. Ötesi bu bir savaş, biz ne zaman savaşa girdik, ne savaşı bu?
Bizler savaşı anneannelerimizden, ninelerimizden, dedelerimizden dinledik, tarih kitaplarında okuduk ve Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözleriyle büyüdük "Derhal şu veya bu sebepler için ulusu harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zorunlu ve hayati olmalı, hakiki kanaatim şudur; milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Ama ulus yaşamı tehlikeye düşmedikçe harp bir cinayettir."
Cuma'dan bu yana bugün içinde olduğumuz bu savaştaki zorunlulukları bize anlatan var mı? Bu nedenle peş peşe şehit haberlerini duydukça tepkim "Tanrım aklımı koru" oldu.
İnsanoğlu Tanrının yarattığı en muhteşem eser. Kendini keşfederken tanıyor insan, denenerek, deneyerek .
Yıl 1995 Karşıyaka Soroptimist Kulübümüzün Başkanlığını yürütüyorum. Projelerimizin tümü eğitim ve çevre konuları. O zamanlar vali eşleri, Ege Ordu Komutanı eşleri STK'ların toplantılarına katılır ve o zamanda konutlarında misafir eder, projelere destek olurlardı.
O dönem Ege Ordu Komutanı Orgeneral Necati İkizoğlu'nun eşi Hatice Hanım da bizlerin projelerine destek verir; kulüp yemeklerimize, aktivitelerimize katılırdı. O zamanlarda PKK'dan mustaripti Türkiye. Şehitler art arda geliyor, Ege ordu komutanlığında merasim yapılıyor, ailelerine teslim ediliyor. Hatice Hanım bizleri davet etti. Ben gittim ve o gün içinde yaşadığım, hissettiğim acıya ne kadar da dayanıklı olduğumuzu da. Öyle böyle bir acı değil...
O gün orada misafir olanlarla bu merasimin TBMM'de yapılması gerektiğini, siyasilerinde bu tabloyu ailelerle birlikte yaşaması gerektiğini konuşmuştuk.
O günden bugüne şehitler hep gelmeye devam etti. Hatta bir ara gazetelerin üçüncü sayfalarında yer aldı. Ama bugün şehitler vatanın savunmasından köşelerinden değil, başka ülkelerden geliyor. Mehmetçiğimizin neden, niçin orada şehit düştüğünü sorguladığımız, bilgimiz olmadığı için de bir cevap bulamadığımız. Aslında dünyada ve coğrafyamızda olan biteni düşündüğümüzde Ortadoğu'nun, Akdeniz'in güçlüler tarafından yeniden şekillendirildiğini görmek için siyasetçi veya uluslararası uzmanı olmak da gerekmiyor. Komşularımız Irak'a demokrasi getirildi(!), üç parçaya bölündü, geçmişi tarumar. Suriye federatif bir yapıya dönüştürülmek için güçlülerin maşalarıyla savaşıyor, sırada İran, ya sonra?
Sevr'i yaşayan bir millet olarak AB'nin ABD'nin her dem hazır emellerini yadsıyabilir miyiz? Halihazırda ekonomi, eğitim, adalet, sağlık çöküyor. Korona kapımızdan girdi.
Afrika'nın itme hızının arttığı kıtamızda depremler, yaralar kangrene dönüşüyor. Biz diyelim ki güzel günler yaşadık, ya evlatlarımız, torunlarımız?Atalarımızın emanetine sahip çıkamayarak onlara nasıl bir Türkiye layık görüyoruz. Aslında evlatlarımız, torunlarımız, hepimizin şehitlerimiz. Ateş düştüğü yeri yakıyor, ama biz ihtiyarlasak da "Çocuğunu kaybeden bir anne için her gün bir ilk gündür, bu ıstırap ihtiyarlamaz."
Victor Hugo'nun dediği gibi: Artık yeter!