Geçmişin Maliye Bakanı günümüzün ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Sn. Mehmet Şimşek; sonunda baklayı ağzından çıkardı. Aslında uzun zamandır ülkemizin gündeminde olan bir konunun resmi açıklaması yapma durumuna geçti. İster misiniz, Sn. Mehmet Şimşek'in neler söylediğini az da olsa size anlatayım mı? Dinleyin, o zaman neler söylemiş: "Amacımız; 100 milyar doları bulan yastık altı altını sisteme kazandırmak".

Elbette bakanın söyledikleri bu kadarla da kalmayacaktı. Hükümetimiz, plansız gelişmenin olumsuz sonuçları ortaya çıktıkça şaşkına dönüp neler yapmıyordu ki?
Önceleri devlete ait her kurum ve kuruluş özelleştirme adıyla ona buna peşkeş çekildi. Ardından Körfez ülkelerinden kayıtsız gelen dolarların akışına güvenildi. Atalarımız boşuna söylememişler "Taşıma suyla değirmen dönmez" diye. Elbette olmadı da, o malum ülkelerin kralları, emirleri, şeyhleri işlerine gelmeyince dolarları göndermediler ya da gönderemediler. Bu kere sıra; "Varlık Fonu" adıyla sisteme sokulmak istenen uygulamaya gelmişti. Ama, ne kadar acıdır ki büyük hayallerle büyük ümitler bağlanan "Varlık Fonu" da istenilen sonucu veremedi. Ne diyelim? Akıl almaz aylık ücretlerle yönetim kuruluna seçilen birileri için belki istenilen sonuçları vermiş olabilir. Onların aldıkları yönetim kurulu ücretlerinin ülke ortalamalarının üzerinde olduğu daha atandıkları gün ülkenin gündemine oturmuştu. Aradan bir sene geçmişti ki bu kere "Varlık Fonu" denen o garip kuruluşun başkanı Mehmet Bostan istifa etti/görevinden alındı. Ne yapsalar para yetmiyordu.
Ülkemizin geçmişinde zaman zaman tasarruf etme eğiliminin ve alışkanlığının olmadığından söz edilerek belki de kimselerin aklına gelmeyecek yeni çözümler aranmıştır. Bakınız geçmişi şöyle bir tarayalım.

1960 yılında 27 Mayıs'ta ihtilal olmuş, 10 yıl süren Demokrat Parti iktidarı askerler tarafından al aşağı edilmişti. DP özellikle son dört yılında akıl almaz denilebilecek uygulamalarıyla ülke ekonomisini içinden çıkılmaz bir noktaya getirmişti. İhtilal olduğunda Devlet Hazinesi iflas noktasındaydı. Öylesine ki; memur maaşlarını ödemek için para bin bir zorlukla bulunabilmişti.

Her şey güzeldir de her şeyde olduğu gibi iş süzülür süzülür para meselesine takılır. Devlet yönetiminde de en büyük sıkıntı Maliye Bakanlığı'nda düğümlenir kalır.
Devrim Kabinesinde Maliye Bakanı olarak Ekrem Alican'dan sonra Kemal Kurdaş göreve getirildi. İşler zordu, en önemlisi de zorluğun temeli paraya dayanıyordu. İşte o ortamda Kemal Kurdaş bir yeniliğe başvurdu. Ülkemizin maliye tarihinde "Tasarruf Bonoları" denen uygulama onun dönemde başladı.

Üzüntüyle hatırlamak gerekir çok iyi niyetle bir yandan yurttaşlarımızın zorunlu da olsa tasarrufa alıştırmak bir yandan da acil olarak para gereksinimini karşılamak ancak bu şekilde sağlanabilirdi. Neydi o yol? Normal  gelir vergilerinin yanında ek bir vergi daha koymak ancak bunu karşılıksız değil de 10 yıl sonrasında geri ödemeyi  taahhüt ederek değişik bir yol tutmak. İşte "Tasarruf Bonoları" denen sistemin kısa işleyişi budur, kısa da olsa bilmem anlatabildim mi?
***
Ben; bizim bu hükümetimizin ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in "Altına bağlı tahvil sistemini bir ölçüde bu eski "Tasarruf Bonosu" sistemine benzetirim. İnşallah sonu öyle olmaz. Neden mi öyle bir dilekte bulundum. Bakın anlatayım; o on yıl vadeli tasarruf bonoları çok değil bir yıl sonrasında sahipleri tarafından % 50 belki de % 60 eksiğine faizcilere kırdırılmaya başlandı. Bu uygulamalardan zengin olan nice bankerin hikayeleri o günlerin gazetelerinin başlıca konusu olmuştu.
Ancak; ülkemizde yastık altı denilen altın tutkusunun var olduğu da kaçınılmaz bir gerçektir. Üç gün önceki bir İstanbul gazetesinden aldığım şu habere ne dersiniz? Birlikte okuyalım mı? Okuyalım da ekonominin dışında kalan altın kıymetlerin bizlere ne zarar verdiğini anlayalım.

Yok Böyle Unutkanlık

İstanbul  Arnavutköy'de bir mağazadan çaydanlık alan kadın, birkaç gün sonra aynı mağazada elindeki ürünü değiştirdi. Sonra da Fransa'ya gitti. 2 hafta sonra annesini arayan kadın "Ziynet eşyalarım ile paramı çaydanlığın içine koymuştum. Sonra da unutup çaydanlığı mağazada değiştirdim" dedi. Bunun üzerine anne hemen mağazaya gitti. Kadının geri verdiği çaydanlığın içinden 2 kilo altın ve 20 bin dolar çıktı".

Allahtan mutlu son yaşanmış; mağazaya geri verilen çaydanlık satılmamış da sahipleri varlıklarına kavuşabilmişler.
Antikacı bir dostum anlatmıştı. Onlara bazen çöpten çıkma objeler de gelirmiş. Ona da çöp toplayan biri anlatmış. Ne dersiniz? Meğerse o çöp toplayan bir keresinde ufak bir kese içinde 8 adet Cumhuriyet Altını bulmuş. Varın gerisini siz düşünün!
Peki peki toplumumuzun altın tutkusuna hiç hak vermez misiniz? Osmanlı'nın son dönemlerinde altın para yerine geçecek "KAİME" adlı kağıt paralar çıkarılmış. Önceleri altınla değiş tokuş yapıldığı görülmüş. Ama sonrasında ne olmuş dersiniz? KAİME'ler piyasada 1/5 fiyatına değiştirilir olmuş.
Bizde bu israf ekonomisi, bu devlet vurdumduymazlığı sürer giderse gelecekte altına bağlı tahviller nasıl ve hangi kaynakla ödenebilecektir? Hiç düşünebiliyor musunuz?
Esenlikler dilerim...
TÜRKÇE İÇİN NOT
Siz o TV spikerlerinin Rezidınz dediklerine bakmayın doğrusu REZİDANS