Katışıksız olmasa da zaferdir, yüzüncü yılına ulaşmak kuruluşla sonuçlanacak kurtuluşumuz ve bu yolculuğu başlatan büyük önder Atatürk'ün tüm ülke yurttaşlarınca sevgi, saygı, minnet ve özlemle anılıyor olması. Yüz yıllık serüvende, bir devletin temellerini atmak hiç kolay olmadı. Üst üste savaşlardan yorgun, yoksul düşmüş Anadolu insanının canı pahasına verdiği mücadelesinin destansı öyküleri üzerine kurulan bir devletten söz ediyoruz; kısa sürede kurumsallaşarak kuşatanlara meydan okur hale gelebilen.
Yüzüncü yıl coşkusunu gölgeleyen ve haklı kaygılara yol açan gelişmelere karşın, bir gurur tablosu hakim, ulus olmanın güç olduğunun bilincinde olan kesitte. TC ibaresine bile tahammül edemeyenlerin yönetim mekanizmalarında yer tuttuğu bir süreçten geçerken, böylesi anlamlı günler, diri tutmayı başardığımız umutlarımızı güçlendiriyor.
Atatürk'ün dehasının, yaşadığı yüzyıla değil, içinde bulunduğumuz yüzyıla da  damgasını vurmuş olması tesadüfi değil. Yıkılan ve paylaşılarak yutulmak istenen bir imparatorluktan, çağın devletlerinin karşısına çağdaş kurumları  ile dikilen bir devleti inşa ederken taklitçi değil, yaratıcı olmayı başarmış; ulusun özbenlik inşasını kendi olma iddiası üzerine kurabilmiştir.

Çağdaşlaşma derken, Batılılaşmayı işaret etmiş, her iki anlayışı da evrensellik üzerine kurgulayarak, ortaya çıkması ve kurumsallaşmasında emeği olan devleti, yurttaşların üzerinde bir yere koymak yerine; yurttaşlık bilinci ile sahiplenilmesi gayretleri ile ulusa emanet etmiştir. Ulusu güçlü olmayan devletin güçlü olamayacağını bir asır önce görebilmiş ve egemenliğin kaynağını dönüştürmüştür. Tanrısal yetkileri kuşanmış kişi odaklı iktidar gücü yerini, kaynağı ulus olan bir yeryüzü olgusuna bırakmıştır. Saray üzerinden padişahın otoritesine tabi kılınan kul yerine; özgür iradeli bireylerin egemenliğinin simgesi olan bir Meclis kurularak; kurtuluş kuruluşla taçlanmıştır.

Bugün küresellikle açıklanan değer erozyonu sürecinden fazlasıyla nasipleniyor oluşumuzu, evrensel değerlerden uzaklaşarak Batı perspektifini, "kazan kazan" formülü ile Batı'nın isteklerine ön aldıracak şekilde daraltmış olmaktan bağımsız açıklayamayız. Ortadoğu kıskacı içine itilişimizi, yurttaş devlet ilişkisinde; yurttaşı siyasette kimin nereye konuşlanacağının belirlenmesinde araç olarak görmek, hak ve özgürlük kavramlarını kendi lehine genişletmek; yurttaşı devleti sahiplenen konumundan uzaklaştırarak, devlet olanakları ile kontrol eden, hatta tehdit eden anlayışla yönetmek gibi başlıklarla okumalıyız.

Yüzyıl önce; inşa halinde bir ulus devlet ve onun gücünden söz ediyorduk. Yüz yıl sonrasında, dini ve etnik kimliklerin kazınarak, üst kimliğimizin dolayısı ile ulus devletin aşındırılması endişesini konuşuyoruz. Tüm aşındırma çabalarına karşın direniyorsak hala; büyük liderin açtığı ufuk, birey olarak her birimize verdiği güç ve TC'nin kurumsal gücü sayesindedir. Çağı bulunduğu an ile anlamak ve kendi yörüngesinde dondurmaya çalışmak yerine, çağın ötesini görerek ve göstermeye çalışarak bir ulus inşa etmiş vizyon sahibi bir yönetici sayesinde gelebildik bu günlere.

Dünya savaşları sonrası değerleri çatıştıran bir ideoloji çağı başladı. 20. yüzyıla damgasını vuran ideolojiler 21. Yüzyılda hasır altı edilerek, "medeniyetler çatışması" adı altında, özellikle güçlenmeye çalışan ulus devletleri kıskacına alan aidiyet tartışmalarına kapı aralandı. Küreselleşme rüzgarı ile vizyoner yöneticiler yerlerini misyonerlere bırakmaya başladı. Kimlikler ve inançlar üzerinden ayrıştırılarak, yirminci yüzyılda ulus olma adına bedellerle biriktirilen ve birlikteliği tutkallayan değerlerin savruluşuna tanıklık eder olduk.
Şimdi itildiğimiz yerden yeniden güçlenerek çıkmak gibi bir zorunluluğumuz var. Ve buna dair umudumuz.

Çocukluktan yeni kurtulan bir gencin soluk soluğa bir koşu ile otobüsü yakalayıp, Ekrem İmamoğlu'na; "Her şey güzel olacak" diye seslendiği o görüntüde umut var. Siyasettekilerin dikte ve söyleminden bıkmış olan kitlelerin kendi isteklerinin dillendirilmesine özlem bundan iyi anlatılamazdı. Yarın için umut olacak kapıyı aralayan gence bakınca; Atatürk'ün gençliğe hitabının anlamı daha anlaşılır oluyor.

Devlet olma sürecimiz, eski bir vapurla çıkılan bir yolculukla başladı; gemilere sahip kişilerin ön aldığı bir siyaset arenasının tanıklığı ile sürüyor. Nereden nereye? Şimdi bir gencin yarın için umutlarını yığdığı mütevazı bir kişi karşısında, gemi filosu olduğu söylenen rakibinin devlet olanakları ile eşit olmayan yarışına ikinci kez tanıklık etmeye hazırlanıyoruz. Ya tanık ya sanık oluyoruz yurttaşlar olarak... Yüz yıl sonra gelmek istediğimiz yer burası değildi. Bunu biliyoruz.

Bildiğimiz bir şey daha var: Adını silmek için gösterilen çabalara karşın, yüreklere kazınmış Atatürk sevgisini kimsenin kazıyamayacağı, Atatürk'ün emaneti kurum, ilke ve değerlere, başta Cumhuriyet; sahip çıkacak bir neslin yetişiyor olmasının gururu  ve yeniden güçlü bir ulus olacağımıza inancımız!..

19 Mayıs'ın yüzüncü yılı kutlu olsun. TC olarak nice gururlu yüzyıllara...