Usta Gazeteci Atilla Köprülüoğlu gece yarısı 01.00'e doğru fotoğraflı olarak şu mesajı atmış, yani göndermiş:

'Yıllardır ilk kez Kanal D'yi izledim!'

Kendisine şu yanıtı verdim:

'Ben de!'

Evet tamamen böyle...

Çünkü Tele1'de Can Ataklı'nın sık söylediği gibi, yıllardır sadece ve sadece yandaş olmayan birkaç televizyondaki halkın durumunu 'gerçekçi' bir şekilde dinlemek, öğrenmek için...

Bakıyorum bazıları çok genç olmalarına rağmen, öyle hazırlıklı gelmişler ki, bizim gençlik zamanlarımızda tanık olduğumuz olayları bile anımsatıyorlar...

Perşembe gecesi televizyon kumandasında izlemek istediğim kanalı açmak için elime aldığımda rakamları karıştırdım ve karşıma Kanal D çıktı...

İyi ki çıkmış!

Çünkü 'Şarkılar Bizi Söyler!' isimli programın beşinci bölümü vardı.

Sibel Can, Hakan Altun ve Hüsnü Şenlendirici'yi bir araya getiren bu programın bu haftaki bölümünde Türkiye'nin Sanat Güneşi Zeki Müren şarkıları söylendi.

Cem Yılmaz konukları idi...

Sibel Can taklidi yaptı, 26 yıl önce İzmir'de TRT'nin canlı yayınında kaybettiğimiz Zeki Müren her yönüyle ele alındı; Şarkılarının yanı sıra sahne hayatına getirdiği yeniliklere kadar...

Hem güldürdüler, hem eğlendirdiler, hem de 'vefa'yı gösterdiler, katılımcılar...

Bu arada sık sık 'Paşamıza' sevgilerini ileterek, rahmet dilediler...

Şu kadarını söyleyeyim, bir Zeki Müren dostu olarak, bilmediklerimi de öğrendim ve bugüne kadar yapılmış en güzel en eğlendirici ve bilgilendirici bir program olduğunu söyleyebilirim...

Ben de gece yarısına kadar Zeki Müren için sayısız 'Paşa' sözcüğünü kullananlara bir katkı sağlayayım...

Sanat Güneşimiz Zeki Müren'e 'Paşa' lakabını takan benim...

Şimdi de bunu anlatayım:

OĞUZ ALPÖZEN SAYESİNDE

Zeki Müren Antalya'dan sonra yaz tatilleri için Bodrum'u seçti...

Bodrum Sualtı Müzesi ve Kalesi Müdürü 'şövalye' ünvanlı Arkeolog Oğuz Alpözen ilk kez 'Cennete' çevirdiği o güzelim bahçede TRT'den yayınlanacak 'Zeki Müren Konseri'ne onay verdi.

'Şarkılar Bizi Söyleyecek' programda bu önemli konserden de kesitler sunuldu.

O gün oradaydım, kuliste her zaman olduğu gibi Zeki Müren'in yanında...

Hatta o arada, bir ünlü gazetecinin kendisi ile tefrika halinde söyleşi yapmak istediğini, kaç gündür peşinde olduğunu ve bu konuda kararsız olduğunu, kararı benim vermemi istedi.

Ben de 'Kabul et!' dedim...

Nedenlerini de kendimce açıkladı...

İki ya da birkaç gün içinde televizyonda reklamları yapıldı ve yayın başladı.

Özetle; İnanın kitap olacak bir gün yaşanmıştı...

Belki bir gün bu dünya çapındaki konseri ve perde arkasını da yaşayanların ağzından anlatırım...

Şimdi gelelim;

Zeki Müren'e 'paşa' sözcüğünü nasıl verdiğime?

SIFIRDAN EGE'NİN DORUĞUNA

Benim o sıralar Aydın Bilgin yönetimindeki gazetemiz 210 bin tiraja ulaşmıştı...

Demokrat İzmir'den bu gazeteye transfer olduğumda satış rakamı 6 bin 500 civarında idi...

Şimdi bunun yarısı bile değiller.

Ve büyük bir hamle yaparak her gün tirajımızı arttırdık.

Balıkesir'de biri muhabirimizin, diğeri de Gazete Başbayii Kaptanoğlu'nun aldığı sadece iki gazete satıyorduk.

Birinci Tercüman, ikinci Hürriyet, üçüncü Milliyet idi...

Yani yetişmemiz herkese göre imkansızdı...

Orada kamp kurdum, her gün taza yeni haberler yaptım...

Sonuç; hepsini fersah fersah geçtik...

Ege Bölgesi'nin bir başka uç noktası Denizli'den söz edeyim:

Sadece kent içindeki net satışımız 20 bin idi...

210 bin gazete saat 10'da tükeniyordu...

Daha fazla basabilirdik ama stokumuz ve hakkımız ancak bu kadar gazete basmamıza imkan veriyordu...

Bir gün rahmetli Balıkesir Belediye Başkanlarından Kaya Sağlıkçı ve ondan sonra gelen Ziya Bey'le yaptığımız 1980 yılı mücadelelerimizi anlatırım...

Araya bunları girmemin nedeni yazdığım, yaptığım söyleşinin, daha doğrusu Zeki Müren'e 'paşa' lakabını takışımın yalnız sanat camiasında değil, Türkiye genelinde paylaşılarak lakap olarak kalmasının nedenlerinden biri olduğunu anlatabilmek için...

Ara bilgisi olarak sunmaya çalıştım...

ÖYLE KOLAY DEĞİLDİ

Bodrum'un doğru dürüst bir otoyolu bile yoktu, ben oralara gittiğimde...

Bir gün yerleşim merkezleri arasında minibüslerle aktarmalı olarak bir günde ancak ulaşılabilen Bodrum'u giderken, Milas'tan bir minibüse bindim.

Kucak kucağa yolculuk yapılırken, yani ağzına kadar dolu araçta yanımda oturan Bodrum'un yerlisi vatandaş ile sohbete başladık.

Adı Eyüp idi...

O da Muğla Turizm İl Müdürlüğünden geliyordu.

Teşvikten ya da yasalardan yararlanarak evini pansiyon yapmak istiyordu.

İşlemlerini bitirmiş...

Belki de 'Kardeşler' adını verdiği Turgutreis tarafındaki pansiyonun ilk müşterisi ben oldum.

Sonraları Güneri Civaoğlu'na da tavsiye etmiştim.

Eşinin ziynetleri pansiyonda kalmış, Eyüp Amca'nın eşi Fatma Hanım beni telefonla arayarak 'Yaşar Bey, eşinin ziynetleri bende, haber verir misiniz?' demişti...

İşte bir gün yine Bodrum'da iken, Eyüp amca sohbetimizde, 'Zeki Müren davet etti, onun için geldim' deyince, röportajın başlığını atmış oldu:

'Paşa gibi adam!' demişti, kendine öz lehçesi ile...

Şunu da söyleyeyim:

Zeki Müren İstanbul'dan Bodrum'a giderken İzmir'de kalırsa mutlaka beni arar ve görüşürdük...

Ya da Bodrum'a gidince, 'Ben geldim, sen de gel!' davetini yapardı...

Hiçbir basın toplantısına da ben gelmeden kesinlikle başlamazdı...

Zaten ben huyunu bildiğim için erken gitmeye çalışır, bekletmezdim...

BODRUM'UN PAŞASI

... Ve benim söyleşim bir Pazar günü gazetenin arka tam sayfasında, birinci sayfanın manşetinden anonsla ve şu 96 punt başlıkla yayınlandı:

'Bodrum'un Paşası!'

Ben olayı anlatıyor ve 'Bundan sonra benim de Paşam Zeki Müren!' diyordum...

Bu konuda hâlâ çok fıkralar anlatılır...

Yani beni uyandıran, 15 yıl birlikte çalıştığımız gazeteci arkadaşlarımızdan Mustafa Ali Çotra (Çotura) ile Türkiye'de radyoculuğun gelişmesinde önemli rolü olan Bodrumlu Ender Uslu ve tabiii ki Eyüp amcanın da büyük katkıları vardı...

Benimle birlikte Bodrum halkı da 'paşa' sözcüğünü benimsediler.

Ve bu lakap kısa zamanda Türkiye'ye yayıldı..

'Bodrum'un Paşası' Zeki Müren Türkiye'nin Paşası oldu...

Ben o günden sonra kendisine hep 'Paşam' dedim...

Zeki Müren'i kaybettiğimiz gün, sanıyorum ya Aydın Bilgin veya Güngör Mengi de, "Sen de Zeki Müren'e 'Paşa ismini ben taktım!' diyerek bu olayı anlat" önerisinde bulunmuşlardı.

Tabii ki arşivlerde bunlar, 'belge' niteliğinde duruyor...

Zaten daha dün yine İstanbul ve Türkiye'nin bence en önemli magazinci yazarlarından Cemal Bilge de, yılların gazetesi Bizim Anadolu'da tam sayfa benimle ilgili yayınlanan sürpriz röportajında Zeki Müren'e de yer vermiş...

İşin ilginç yanı bu söyleşi sayesinde çok telefon aldım, öyle ki bunlardan biri de yine eski ve usta İstanbullu gazetecilerden Ramazan Güntay idi...

Bir başka isim de Zafer Cengiz...

Turizm uzmanı bir yazar... Önemli bir bürokrat..

Daha birçok isim...

Turgut Uluhan gibi...

Hepsi 'görüşelim' diyor ama benim yanıtım şöyle:

Geçen yıl 11 Mart'tan bu yana, yani bir yıldan fazladır pandemi kurallarına uyuyorum...

Hiç kimse ile görüşmüyorum...

Umarım sağlıklı ve güzel günler yakında gelir, bizler de hasret gideririz...