Salı günleri Karşıyaka Gazetesi'nde Nurten Akyazılıların makalesini takip ediyorum.

Medyatik olmayan isimleri dillendiriyor.

Bir şey beklemeden sadece halka hizmeti hakka hizmet olarak kabul edenleri...

Söylediği şu:

'Sadece zeki ve çalışkan olmak yetmez böylesi gönül bağına dayalı hizmetlerde!

Sağlıklı iyi ilişkiler, eşit mesafede, güvenilir ekip kurmak çok önemlidir.'

Örnek olarak da, S.S. Ege'nin İncileri Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi'nden, Karşıyakalı Aysun Kuru ile Narlıdereli Banu Ufacık'ı gösterdi.

Biz böyle çalışkan insanları nasıl tanımlarız?

'Bir koltukta 3 karpuz!' falan, diye?

Nurten Akyazılılar, 'Bu arkadaşlarda tek şapka yok!' diyerek tanımlıyor.

Karşıyakalı Şefkat Bella'ya da söz veren meslektaşım bakın ne diyor?

'Ege'nin incileri Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi üç hedefli amaçla kuruldu!

Evlerine kapanan insanları bir şekilde sokağa çıkarmak, işsiz kalan özellikle müzisyenlere iş vermek, ekmek kapısını aralamak, ev kadınlarının ürünlerini pazarlamak ve ev ekonomilerine katkı sağlamak.'

İşin özü;

Söze değil, eyleme bakmak lazım...

HİÇ KİMSEYİ

Cumartesi günleri ise 'Yerel Gözcü'nün yönetim kurulu başkanı Artun Sucuoğlu'nun yazısını mutlaka okurum.

İki haftadır ses sade yoktu!

'Ne oluyor?' diye sordum...

'Evladımın başından çok talihsiz ve zor bir süreç geçti ama çok şükür atlattık. 12 gün boyunca adeta öldüm öldüm dirildim. Allah kimseyi evladı ile sınamasın... Ailecek üzerimizden sanki bir tır geçti, çok şükür bugün daha iyiyiz ve moralimiz yerinde. Siz değerli okurlarım ile yine yeniden birlikteyim.' dedi.

Belirteyim:

Kovid- 19 aldı başını gidiyor.

Kimi sorsam, 'Hastayım!' diyor!

Test paralı...

Verirsiniz 220 lira pozitif mi, negatif mi olduğunuzu öğrenebilir siniz?

Şimdi de sözü Körfezin bu yanından gazeteci arkadaşım Artun Sucuoğlu'na vereyim;

'İçte ve dışta savaşlar, itiş kakışlar...

Ne günlere kaldık!

AYAK AYAK ÜSTÜNDE

Hemen her şeyin her geçen gün daha da bozulup çığırından çıktığı 'ahir zaman' ı yaşıyoruz.

Zamanın evliyası, şeytanı ayak ayaküstüne atmış çubuğunu tüttürür halde görünce şaşırıp sormuş;

'Sen neden boş oturuyorsun?

Senin görevin insanları ifsat etmek, bozmak ve günaha sürüklemek değil mi?

Bu ne hal?'

Şeytan gevrek gevrek gülmüş ve büyük pişkinlikle cevap vermiş; ' Zamanımızın din adamları, benim görevimi yapmakta öyle ileri gittiler ki inanın, ağzım açık onları izliyorum, bozgunculukta beni bile hayrette bıraktılar. Dolayısıyla bana görev kalmıyor. Ben de fırsattan istifade keyfime bakıyorum'

RÜZGAR ESİNCE

Önümüzdeki hafta bayram...

Bayram en çok çocukları sevindirir.

Onlar güzel giysilerini giyecekler, büyüklerini ziyaret edip, harçlıklarını alacaklar...

Bir an çocukluğumun bayramları gözümün önünde canlandı.

Lacivert bir gecenin yarısıydı...

Mavi kuşlar gibi mavi gökyüzü de uçup gitmiş gibiydi...

Karanlıkların boşluğuna sığınmıştı sanki Güneş ve Ay...

Ve radyoda Tanju Okan'ın söylediği 'çocukluğum' şarkısı alıp götürüyordu yüreğimi yaşadığım eski günlerin çok uzaklarına...

Bir rüzgar esti ta eskilerden,

Yıkılmış evler ve depremlerden,

Oyuncak yaptığım kendi kendime,

Üst üste dizilmiş tezeklerden,

Bir rüzgar esti ta eskilerden,

Taş toprak fındık bahçelerinden,

Babamın yırtık elbisesinden,

Bayramlık dikildiği günlerden,

Çocukluğum çocukluğum,

DOYASIYA AĞLAYAMIYORUM

Bir boşluk var anlayamıyorum,

Kapkaranlık derin bir kuyu var,

Bir türlü içinden çıkamıyorum,

Çocukluğum çocukluğum,

Eksik bir şey var bilemiyorum.

O zamanlardan yasaklamışlar,

Doyası doyasıya ağlayamıyorum,

Bir rüzgar esti ta eskilerden,

Yıkılmış evler ve depremlerden,

Oyuncak yaptığım kendi kendime,

Üst üste dizilmiş tezeklerden,

Bir rüzgar esti ta eskilerden

Taş toprak fındık bahçelerinden,

Babamın yırtık elbisesinden,

Bayramlık dikildiği günlerden,

Çocukluğum çocukluğum,

Bir boşluk var anlayamıyorum,

Kapkaranlık derin bir kuyu var

Bir türlü içinden çıkamıyorum,

Çocukluğum çocukluğum,

Eksik birşey var bilemiyorum,

O zamanlardan yasaklamışlar,

Doyası doyasıya ağlayamıyorum,

Çocukluğum çocukluğum çocukluğum,

Çocukluğum...'

ARTIK YOKLAR

Haftaya bayram. Yani bu ülkenin çocukları bayramı kendilerince kutlayacaklar ve uğurlayacaklar.

'Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne' diyen Nazım'ın Atilla İlhan'ın Mızıkacı Çocukları da artık sokaklarda yok...

İnsanlar kendi kazdığı boşluğa düşmüş gibi şimdi dünyanın her yanında. Kim bu kara delikleri dolduracak bilmiyoruz hala...

Ve milyonlarca duvarların arasında kalan çocuklar kendi yalnızlıklarını yaşıyor. Savaşlar en çok çocukları vuruyor.

Bir ömür boyu unutamayacakları sessizliğin ardındaki yığınla gizli gerçekleri de belki hiç öğrenemeyecekler.

Gökyüzünü yasak etmişçesine...

Uçurtmaların olmadığı bir mavi gökyüzünde...

TEK SIRRI BU

Bir garip derviş diyor ki; ' çocukları sevdiren şey masumiyetleridir! Büyüdükçe o masumiyetleri yüzlerinden bir mavi kuş gibi uçar gider, çünkü defterlere yazıldıkça günahlar yüzlerdeki masumiyet kaybolup gider...

Yüzlerdeki o masumiyet öylesine sevdiriyor ki onları...

Her istediklerini yaptırma gücünün tek sırrı bu işte...

Ve günahları ile birlikte büyüdükçe masumiyet gider ve herkesin birbirine düşman oluşunun belki de birinci nedeni.

Parayı, makamı, gücü, şöhreti ve koltukları kazanabilmek uğruna günah dağlarına atlarını koşturanların belirsiz yarınlara giden bu yolculuklardan büyük dersler çıkarması lazım...

Bir zaman geldiğinde tüm koltukların boş kaldığını büyüklerde hiç unutmasın...

Ve bir gün herkesin boş mezarlarına gideceği günü de...

ÇOCUKLARA VERELİM

'Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne, allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar, oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında.

Dünyayı çocuklara verelim, çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler' diyen Nazım'ın hayalini gerçekleştirebilseydik.

Ve keşke bir günlüğüne de olsa verebilseydik her şeyi onlara...

BÖYLESİNİ GÖRMEDİM

Küçük hayatlarını küçük evlerin odalarına sığdıran çocuklar için dertleniyor Nazım ve diyor ki;

 'Çıkar boynundan at o ipi çocuk!

Salıncaklar mı yok sana?

Kalk hadi o soğuk betondan, yatacak başka yer mi yok sana?

En sevdiklerimi verdim ölüme de, ben bu yaşımda gitmenin böylesini görmedim.

Kırılan bir boyun gibi orta yerinden kırıldığını ömrün...

Görmedim ademoğlu'nun dalından koparılır gibi koparıldığını...'

'Ve böylelikle umut etme kabiliyetimizi aldılar elimizden' diyen Nazım Hikmet sanki dünyanın içine düştüğü bugünü anlatıyor...

Ve diyor ki; 'Ne diyeyim, dilerim ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden aldıkları umut!

Dünya adaletsiz çocuk!

Dünya zorba.

Elbet eşitleneceğiz o gün kıyamda.

Bu kekeme, toz ve duman sözlerimi iyi belle, bahara kalmaz, gelirim yanına'

DONDURMA DA YENEMEYECEK

Tanju Okan'ın ' çocukluğum, çocukluğum\eksik bir şey var bilemiyorum' dediği gibi her çocuğun hayatına gelecekte eksik bir şeyler daha girecek...

Lakin, o bir günün hikayesini bilecekler mi bilemiyorum.

Diliyoruz ki çocuklar güzel günler görsün...

Hepinize iyi hafta sonları...

Yazıyı şöyle bitirmek istiyorum:

'Dondurma' fiyatlarına da büyük zam geldi.

Bir ara bir çocuğun hayalini yazmıştım:

'Param olsun öncelikle bir külah dondurma alacağım!'

Çocuğun parası olur mu?

Annesi ve babasının da yok...

Çünkü öncelikle ekmek alıyor...

Almaya çalışıyor...

Az önce bir kadın televizyonda konuşuyordu, bir yetkiliye karşı bağırarak;

'Çocuklar işten, çalışmadan gelecek!

Bir yumurta yapacağım hepsine...'

'Baldır baldır ye!'

Hazreti Ömer aklıma geldi:

Evinin önünden geçtiği bir kadının lanetini anlatıyor;

Bebek yaştaki çocuğun açlığını bastırması için taşı kaynar suda kaynatmasını...