Utanmışlar mıdır biraz olsun? Ellerinde bayraklarla gürül gürül akan kırmızı-beyaz insan selini gördüklerinde; o selin içinde yer almaya cesaret edemeyip, dillerinden Atatürk adını düşürmedikleri için kendilerinin Atatürkçülüğüne inandığımızı zannedenler? Bakmayın siz Atatürk'ün fotoğraflarının yanında verilen pozlara, edilen sözlere inanmayın; kendi yerlerini korumaktan öte kaygıları yok aslında. O fotoğraf ve edilen sözcükler, Atatürkçüleri baskılayarak iktidar yanında daha rahat durabilmek için. Yoksa neden iktidarın isteklerine boyun eğip, iktidar çevresinde yer alanların peşinde koşup, onları hoşnut etmeye çalışsınlar? Atatürk'ün adı ile etkinlikler düzenleyip, dillerinde tutanların yöntemleri daha zalim. Cumhuriyeti içselleştirmiş olanları doğrudan karşılarına almadan, üzerlerine dolaylı baskı kurmaları bu yolla daha kolaylaşmakta. Atatürk Cumhuriyet'inden yana olanların bu tür kurumlarda işleri çok zor. Kaçırtma teknikleri çok çeşitli. Baskı giderek yoğunlaşmakta.
Sevgili Bekir Coşkun, çok iyi tanımlamıştı bunları; Türkiye'nin kurtuluşu için umutlu olduğunu anlatan bir yazısında: "Varlığını borçlu olduğu Atatürk'e bile sahip çıkmayıp, onu silmek isteyenleri başına taç yapan kimliktir bu... Bu riyakarlık... Bu ikiyüzlülük... Bu döneklik oldukça... Güvenin... Ben en çok bu kaypaklığa güvenirim..." diyordu. Bizi bugünlerin kucağına iten de bu kaypaklıklar değil mi aslında?!... En büyük vebal dillerinden Atatürk'ü düşürmeyip, yerlerini korumak için karşıtların peşine takılanların değil mi? Bugün iktidar değişsin, gelenin önünde dizileceklerdir bugün iktidara yaranmaya çalışarak yerlerine yapışmaya çalışanların hepsi.
Türkiye'de temel anlaşma (consensus) Atatürk Cumhuriyeti, laik Cumhuriyet üzerinedir. 29 Ekim'de toplum; bu temel anlaşma yerine yeni bir anlayışı zorla topluma kabul ettirmek isteyen siyasal iradeye tepki göstermiştir. Başka bir deyişle cumhur (halk) cumhuriyetin kuruluş felsefesine sahip çıkarak, onun niteliğinin dönüştürülmesine seyirci kalmayacağının mesajını vermiştir. Siyasal iktidar buradan dersler çıkarmak zorundadır. Egemen olan siyasal iktidar değildir; millettir. Siyasal iktidarlar geçicidir. Millet kendi adına egemenliğini kullanması için siyasal iktidara sandıkla yetki verdiğinde, sandıktan çıkan irade her istediğini yapamaz.
Ulusal bayramların artık bir sorun alanı olmasının nedeni nedir? Yerleşik meşruluğun gereklerini yerine getirmek yerine, kendi ideolojileri doğrultusunda yeni bir meşruluklar icat etmek ve bunu baskılarla topluma benimsetmeye çalışmak totaliter sistemlerin bir yöntemi değil midir? 29 Ekim'de toplum üzerinde oluşturulan baskı başka nasıl açıklanabilir? Topluma yönelik baskıların ve devlet zirvesi ile toplum arasındaki gerginliğin özellikle bu tür günlerde daha belirgin hale geliyor olması rejim sorunu değil de nedir? Rejimin koruma duvarlarının aşındırılmasında özellikle bu bayram günlerinde yaratılan gerginliklerden yararlanılması da önemli bir ayrıntıdır.
Türkiye'de Cumhuriyet laiklik temelinde kurulmuştur. Demokrasi ağır aksak da olsa bu sayede işlemiş, bugün iktidarda olanlar da bu yolla iktidara gelmişlerdir. Sandık ile geleni sandıkla gönderebiliyorsanız, demokrasi işliyor demektir. Gelenin kalıcı olma mücadelesi verdiği yerde, farklı düşünüş ve görüşlere tahammülsüzleşerek baskı uygulandığı yerde totalitarizm uç vermiş demektir. 29 Ekim'de sokaklara dökülerek bayrağı tutan eller aslında özgürlüklerine, dolayısı ile demokrasiye sahip çıkıyorlardı. "İleri demokrasi"(!) ile yönetildiği iddia edilen Türkiye'de yurttaş ulusal bayramını kutlayamayacaksa neyi kutlayacak? Cumhuru yönetmek için iş başına getirilenler mesajı doğru okuyabilirlerse; cumhurun demokrasi taleplerinden vazgeçmediğini anlatması açısından 29 Ekim bir milat olacaktır!... Cumhur tarih yazmıştır...
İktidarlar kendi ideolojileri etrafında uzlaşma sağlayamadıkları, yurttaş kitlesinin önemli bir kesiminin desteğini alamadıkları durumlarda, yerleşik meşruluk anlayışına alternatif görüşlerini dayatmalarla, zora baş vurmak sureti ile topluma kabullendirmeye çalışırken, kendi meşruluklarını sadece sandıktan çıkan sayıya indirgeyerek zayıflatmış olurlar. Bu da; "sandık her şey değildir, sandık demokrasinin ölçütlerinden yalnızca birisidir, totaliter sistemlerde de sandık vardır" savını doğrulatır. Sandık meşruluğun tek kaynağı değildir; hukukla sınırlı olmayan ve hukuka rağmen ideolojisini dayatmaya çalışan ve kendi yasaları ile hukuku zorlamaya çalışan bir iktidarın toplumun önemli bir kesimince tepki görmesi ve meşru olmayan zor yollarına sıkça başvurma gereği duyuyor olması ortada iktidarla ilgili bir meşruluk sorununun olduğunun göstergesidir. Meşruluk krizi, iktidarın yasallığını yitirmiş olduğu anlamına gelmez; yasal zeminde iktidarın hala zemin buluyor olması, meşruluk krizinin olmadığı anlamına gelmez.

Bir anımsatma: J. J. Rousseu; "Eğer kuvveti hak, itaati de görev haline getirmeyi bilmiyorsa, toplumda en kuvvetli olan dahi sürekli üstünlük sağlayabilecek derecede kuvvetli değildir" diyordu, "Toplum Sözleşmesi" adlı eserinde.