Aykut Polatlı-İsim bir insanı tanımaya açılan kapı... Ve aynı zamanda da 'ötekileştirme'nin en sıradan haliyle başlangıç noktası. İsimler bir bakıma insanların verili anlamlarıdır, dersek yanılmayız sanıyorum. İsim önemli; iki insan karşılaştığında ilk söylenen kelime. Bu kelime karşınızdaki insana yükleyeceğiniz anlamı belirleyebilir, ona sempati duyabilir veya ona karşı önyargı ile yaklaşabilirsiniz. İnsan ismini kendisi seçemez genellikle. Aile bireyin ilk kurumu,bunun sonucu olarak çoğu zaman kişi ailesinin değerlerine, inançlarına, etnik olarak kendisini ait hissettiği topluluğa göre bir isim alır. Ve bu isim bir anlamda onun toplumsal yaşamdaki varlığının ilk mânâsıdır. Ancak bu basit bir şey değil, özellikle tek dil, tek millet, tek din söylemiyle inşa edilmeye çalışılan devletlerde isminiz sizin 'damganız' olabilir, size kendinizi yabancı hissettirebileceği gibi ayrımcılığa bile mâruz kalabilirsiniz.

Rita Ender'in, Türkiye'de doğup büyüyen fakat isimlerini söyledikleri andan itibaren toplumun gözünde birer 'yabancı'ya dönüşen insanların hikâyelerini anlattığı 'İsmiyle Yaşamak' adlı kitabı raflardaki yerini aldı.
Rita Ender'in, İletişim Yayınları'ndan çıkan 'İsmiyle Yaşamak' kitabı, isimler üzerinden kimlik konusunu tartışırken isim vermenin veya isim almanın nasıl önemli geleneklerin devamı haline gelebildiğini, bu konudaki ritüelleri, aile içinde yaşanabilen sorunları, dönemden döneme isimlerin nasıl değiştiğini, yaşamsal koşulların isim vermede ne gibi bir etkisi olabileceğini de tartışmanın içerisine taşıyor.
En sıradan haliyle çok defa isimden başlayan 'ötekileştirme' veya gayet yalın haliyle yabancılaşmanın ele alındığı kitapta, ismin, bir insanı tanımaya açılan kapı olduğunu hatırlatan Rita Ender, burada doğup büyüyen, burada yaşayan ama isimleri işitildiği anda 'yabancı' muamelesi gören insanları anlatıyor. Kitabı ve konuyla ilgili düşüncelerini Rita Ender ile değerlendirdik.

Aykut Polatlı - İsimler ve kimlikler... Birbirini ne kadar tamamlıyor veyahut eksiltiyor sizce? İsim ve kimlik ilişkisini nasıl tanımlarsınız?

Rita Ender - Her birimiz kendimizi tanıtmaya ismimizden başlarız. 'Ben' denilen kişiyi, önce ismimizle ortaya koyarız. Kişiliğimiz isimlendirilmiştir çünkü ve ismi üzerinde kişilik hakkı olan her bireyin, taşıdığı kimlikler vardır. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi İoanna Kuçuradi şöyle anlatmıştı: 'İsim, çeşitli kimliklerimizin bir çeşit mührü. Bin bir türlü kimliğimiz var. Birini bununla, öbürünü öbürüyle paylaşırız, ama biz olan o kimlikler yumağı tektir. İsmimiz o kimlikler yumağının adıdır.

A.P. - Anadolu'da yaşayan öteki kimlikler, kültürler, adlara bakarsak; öteki etnik ya da kültürel kimliğe sahip olanların sayısı parmakla gösterilecek kadar azaldı. Azınlıklar ve azınlık millete mensup olanlar çocuklarına kendi dillerinde isimler koyabiliyor mı ya da koymaya çekiniyorlar mı size göre?

R.E. - Şu anda İstanbul dışında en yüksek gayrimüslim nüfusa sahip olan şehirlerden biri sanırım Mardin. Bu soruyu cevaplamak için Mardin'deki Süryani nüfusunun isimlerine ve isimleriyle ne yaşadıklarına bakmak gerek... İsmiyle Yaşamak için söyleştiğim kişilerden biri Ninve Özgün'dü. Ninve, Mardin'de yaşayan Süryani genç bir kadın. O, Süryanice bir isim taşıdığından dolayı kendisini 'şanslı' olarak nitelendiriyordu çünkü 20-30 yıl öncesinde Mardin'de bir çocuğa Süryanice isim vermek zormuş. Nüfus memurlarının müdahalesi olurmuş. Bazı ailelere çocuklarının kimliğine Türkçe isim yazdırır fakat onları aile ve toplum içinde Süryanice bir isimle çağırırlarmış. Fakat günümüzde, söylediğine göre durum değişmiş. Şimdi aileler, çocuklarına daha çok Süryanice isimler veriyorlarmış.

Kanıt gerekmiyor

A. P. - Adı Daniel, Rita, Agop... vs. ama bir Anadolu çocuğu\insanı. Lakin ötekilere bakış açısının olumsuzlaşması\olumsuzlaştırılması nedeniyle farklı isimlere sahip olanlara neredeyse düşmanca bakabiliyor...?

R.E. - Öteki olmadığımızı veya bir 'Anadolu çocuğu' olduğumuzu kanıtlamak zorunda değiliz. Zaten aslında kimseye hiçbir şey kanıtlamak mecburiyetinde değiliz, olmamalıyız. Eğer kendimizi bu yönde bir şeyler ifade etmek mecburiyetinde hissediyorsak, işte bu bir toplumsal sorun. Bir arada yaşayamama sorunu. Ayrıca birilerine kendimizi kabul ettirmek için, ille de benzerlik ortaya koymak zorunda mıyız?

A. P. - Musevi, Arap, Rum, Ermeni Süryani vs...Bu toprakların yerleşikleri (idi)... Sayıca çok azalsalar da kısmen hala öyle... Siz de Musevi kökenlisiniz.. 'Türkiye'de farklı bir etnik-kültürel kökene sahip olmak' nasıl bir duygu yaratıyor sizde?

R.E. - Yahudi olmak benim için 'farklı' bir durum değil. Doğal bir durum. Türkiye'de, İstanbul'da içinde doğduğum bir kültür, millet, kimlik, aidiyet... Benim bu aidiyetim, birilerine farklı geliyor ve o birilerinin içinden birileri, aidiyetimin buraya da ait olduğunu anlayamıyor! Ya cahillikten, ya nefretten. Cahillik can sıkıcı oluyor, nefretse tabii ki tehlikeli...

Kovulma korkusu

A. P. - Azınlıklar konusunda uzmansınız. Bu alanda uzmanlaşmayı seçme nedeniniz? Azınlık mensubu olmanızın etkisi var mı?

R.E. - Hukuk Fakültesi 3. sınıftayken yani 20'lerimin başındayken, 90'larının sonunda olan Yahudi bir iş adamının biyografisini yazmıştım: 'Mümkündür Mucizeler- Rafael Torel'in Hayatı'. Rafael Torel, Türkiye'ye lastiği getiren, 1915 doğumlu bir sanayici. Nisan ayında kendisini kaybettik... Onun hayatını yazarken, onu, çocukluğunu, gençliğini doğru anlayabilmek için Türkiye tarihini ve Türkiye'deki azınlık tarihini okuyordum. Okuduklarımla bana anlattıkları çok örtüşmüyordu, daha doğrusu bazı şeyleri sakladığını fark ediyordum. Sakladıkları, Türkiye'de Yahudi olmakla ilgili mevzulardı ve ona göre 'politik' olan şeylerdi. Politikadan hoşlanmıyordu ve 'politika' yüzünden yani örneğin Varlık Vergisi gibi bir uygulama olursa veya 1934'te Trakya'da olduğu gibi Yahudiler ülkeden kovulursa ne yapacağını düşünüyordu. Üzerine konuşmaktan tedirgin olduğu, saklamayı seçtiği olaylar tekrarlanabilirdi ve bir gün gelebilir ülkesinden kovulabilirdi. Doğduğu yeri, sevdiği insanları terk etmek zorunda kalabilirdi, bunu biliyordu. Bu bilgi ve ruh haliyle kendi ülkende yaşamanın büyük bir haksızlık olduğuna inandım. Ve bu haksızlık üzerine çalışır, düşünür oldum.

A. P. - İsimle başlayan ötekileştirme o ismi taşıyanların bireysel ruh halini nasıl etkiliyor sizce? Örneğin: Adı Agop. Ermeni bu. Ermeni uşağı, vs... diye başlayan aşağılama, hakaret-yoksayma- kabul etmeme vs. varan nitelemelere maruz kalıyor...?

R.E. - Her insan farklı şekilde etkileniyor ve tepki veriyor. Kimisi içine kapanıyor, kimisi hırçınlaşıyor. Birileri gülüp geçiyor, birileri oturup ağlıyor. Fakat maalesef çok azı hukuk yoluna başvurup hakkaniyetli bir sonuç alıyor.

A. P. - Siz Musevi kökenlisiniz. Nispeten daha korunaklı mı Türkiye'de Yahudi\Musevi kökenli olmak?

R.E. - Hayır, tabii ki değil. ADL'in araştırmasına göre, geçtiğimiz yıl Türkiye antisemitizm şampiyonu oldu!

Sorular başlıyor

A. P. - İnsan ismini kendi seçmiyor. İsim mühür gibi bir şey sanırım. Mensup oldukları kültürün- milliyetin isimlerini taşıyanların ruh hali bakış açısı nasıl? Gözlemleriniz?

R.E. - Türkiye'de Türkçe bir isme sahip olmayan insanlar için ortak bir durum sorgulanmak. Birileri soruyor: "İsminiz niye böyle? Yabancı mısınız? Nereden geldiniz? Ne zaman geldiniz?" Bu sorulara nasıl cevap verdikleri ve bu sorular karşısındaki duyguları, elbette kişisel. Fakat tabii ki, bu sorularla muhatap olmanın sıklığı pek çoğu için can sıkıcı. Çünkü bunlar özel hayatla ilgili. Kitaptaki söyleşilerden biri Yudit Namer ile. Yudit, psikoterapist olarak LBGT bireylerle çalışıyor, bunu duyan insanlar hemen ona soruyormuş: "Lezbiyen misiniz?" O da diyormuş ki; "Ben size kiminle yattığınızı soruyor muyum? Daha tanışmıyoruz" İşte aslında, böyle bir durum, tanımadığımız biriyle neden bunları konuşalım ki?

A. P. - Sami Hazinses'ten, Adile Naşit'e kadar Türkiye halklarının çok sevdiği ancak aslında azınlık mensubu olduğunu bilmedikleri sanatçılar var oysa...?

R.E. - Evet. Kimisi de biliyor ama yakıştıramıyor!

Sembolik evren

A. P. - Röportaj yaptığınız Prof. Dr. Yumrul, "Azınlık olmanın farklı bir tadı var çünkü insan haksızlıklara karşı hoşgörülü olmayı öğreniyor" yanıtını vermiş. Bu yanıtı bir Yahudi'nin verdiğini belirtmiş. Azınlık mensubu olmak nasıl bir duygu yaratıyor?

R.E. - Arus Hoca'nın söyleşi sırasında yaptığı tespitlerden biri de şuydu: "Adlandırmak önemli bir şey. Yaradılışa bakın, orada Tanrı dünyayı yaratır, Tanrı "Işık olsun" der ışık olur. Sonra Tanrı, adlandırma iktidarını Âdem'e verir. Âdem hayvanlara, bitkilere hangi adı verirse o adları kabul eder. Önemli bir iktidardır adlandırma. Topluluklara bakın, bazen toplulukların kendilerine verdikleri ad başka, onlara atfedilen ad başkadır. Burada çoğu zaman bir iktidar ilişkisi işin içine girer. Dünyayı parçalara bölüp adlandırma iştiyakına bakın. Haritalara bakın, haritalar statiktir. Hepsi durağandır, zaman durmuştur. Haritalara baktığınızda oralardan kimler gelmiş kimler geçmiş anlayamazsınız. Buna dair hiçbir bilgi yoktur, bütün geçmişi siler ve oraya o gün kim egemense onun adını koyar. Bu yüzden adlandırma dediğimiz şey, sadece bireylerle ilgili değil. Sembolik evrenimizle ilgili bir şey ve bildiğiniz gibi bu topraklarda sembollerin ayrı bir yeri vardır..." Bu topraklardaki azınlıklar için de sembollerin ayrı bir yeri var!

A. P. - Hrant Dink bile uzun yıllar Hrant yerine Fırat ismini kullanmış. Bu korku psikolojisi nasıl ortadan kalkar?

R.E. - Niye atılsın, nasıl kalksın? 2007'de öldürülen Hrant Dink'in davası hakkaniyetli bir sonuca ulaştı mı? Bu isimleri taşımanın ucunda hâlâ ölüm var. Olmasaydı Sevag Şahin Balıkçı ile askerlik anılarını bugün konuşuyor olabilirdik veya Yasef Yahya ile meslek tabelaları üzerine bir söyleşi yapabilirdik... Maalesef yapamıyoruz! Ayrıca bu durum, yine maalesef sadece buraya özgü bir hal değil. Soy isminin Levi veya Cohen olması dünyanın hiçbir yerinde kolay değil. Değildi ve olmayacak.

A.P. - Adınızın Rita olması sizi nasıl şekillendirdi? Rita yerine başka bir isim taşısaydınız ne hissederdiniz? Kendinizi farklı bir isimle düşündünüz mü hiç?

R.E. - Hayır düşünmedim. Ben Rita'yım. Rita ismiyle Türkiye'de avukatlık yapmak yani; sürekli isimlerin kayıt altına alındığı resmi kurumlarda 4 harften oluşan adımı anlatmaya çalışmak ve bu sırada bana yöneltilen –kimi imalı olan- soruları ve Yahudiliğimle ilgili aldığım tepkileri göğüslemek durumundayım. Bu durum karşısında, değişmesi gereken bence benim ismim değil!


Atalarını arayanlar İstanbul'a geliyor

A. P. - Göç ettikten sonra isimlerinin\kökenlerinin izini sürmek için Türkiye'ye gelip ata\baba topraklarını ziyaret eden Rum-Yahudi-Ermeni azınlık mensupları için iz sürecekleri fazla bir şey kalmadı galiba?

R.E. - Evet, bu toplumlar için sanki Türkiye=İstanbul oldu. Ana/baba topraklarında kalan ibadethaneler çöktü. Kalıntılardan otopark, ahır oldu. Mezarlıkları yağmalandı. Vakıfları mazbut oldu ve mülkleri el değiştirdi. Fakat hala iz sürülebilir çünkü bazı şehirlerde kimse kalmamış da olsa, kayıtlardan varlıklar okunabiliyor.