Biz kadınlar artık bu şekilde ayrıştırılarak tanımlanırken; hepimizin aynı değerde olduğumuz anlatılmaya çalışılıyor(!)... Beynimizle değil, başımızın üzerindekinin varlığı ve yokluğu ile değer bulur buluyoruz kendimizi. Eşit yurttaş olmak için verilen bunca çabadan sonra gelinen nokta bu. "Kadınla erkek eşit değil, kadın eş değil...." bu fetvalar devletin TV'sinden verildikten sonra, tam da Cumhuriyet'in kutlama sürecinde, Cumhuriyet'in kadına yönelik kazanımlarından birini daha Meclis içinde sıkışan CHP muhalefetinin, AKP sıralarından alkış alan sözde karşı çıkıyor gibi halleri ile terk ettik.

Türkiye'de kamusal alan giderek türbanlı kadınlara açılırken, başı açık kadınlarla ilgili "Korkmayın, size dokunmayacağız" mesajları ne derece samimi? Özel yaşamında kapalı olanın inancına kimse tek bir söz söyleyemez; ancak kamusal alanda dini duyguları ifşa eden her türlü simge, dinin hangi şekilde yaşanması gerektiği konusunda bir dayatma anlamına gelir ki Türkiye artık bu rotaya girmiştir. Meclis'e gireni, tüm medya 'başörtüsü' başlığı ile verme gayreti göstermiş olsa da; Meclis'te gördüğümüz şimdilik dört türbanlı baş idi. Türbanın bir başörtüsü olmadığı, bir siyasal simge olduğu çok yazıldı, çizildi; hepimiz bu ülkede doğmuş büyümüş yurttaşlar olarak, en cahilimiz bile başörtüsü ile türbanı ayırabilecek düzeyde bilgiye sahibiz.

Türkiye'de demokrasi, özgürlükler ve insan hakları kavramlarının içleri boşaltılarak terk edilirken; "Herkes için ve eşit olan özgürlük talepleri" yerini, bir kısım yurttaşların haklarına bırakıyor. Ayrışma iliklerimize kadar işlenirken, önceden öğrendiğimiz tüm olumlu kavramlar çarpıtılarak karşımıza engel olarak yığılıyor. Kurumlar kendi içlerinden çözülürken, bireysel haklar da sahipleri tarafından terk ediliyor görüntüsü verilerek yok ediliyor. Nitekim Meclis'te olan kadınlar, hepimizin talebiymiş gibi türbana yol açarken, kadının kazanımlarının içi kadınlar tarafından boşaltılıyor görüntüsü verildi. Oysa kararı erkekler almıştı... Bırakınız kadın kuruluşlarını, yıllardır kadının yok yeri üzerine çalışmalar yapan üniversitelerden hiç ses çıkmamış olması anlamlı değil mi?!..

AKP Başkanı; türban için "Acele etmeyin, onun da sırası gelecek" demişti. Şimdi sıra nereye gelecek? Elbette başı açık kadınların zaman içerisinde kendiliklerinden örtünüyormuş gibi kapatılmasına... Çünkü türban artık tüm kurumlara giriyor ve o kurumlara girebilmek için kızlarımız başlarını örtmek zorunda hissedecekler... Nitekim çevremizde hiç örtünmez zannettiğimiz kişilerin kapandığını görebiliyoruz. AKP'nin geldiği süreçteki Türkiye ile bugünün Türkiye'si karşılaştırıldığında örtünme katsayısının yıllar itibariyle arttığını sokaklara bakarak görebilirsiniz. Yoksulluk, işsizlik sürdüğü sürece bu sayı artmayı sürdürecektir. Din üzerinden siyasete yol açan, dini duygular, inançlar değil, ekonomik zorunluluklar olduğu sürece, din istismar edilecektir. Oysa laiklik dinin istismarının önünde de bir engeldi.
Laik Türkiye'de devlet dini vicdanlarda özgür bırakıyordu, şimdi din devlete egemen kılınıyor. Giderek din, devletin tüm kurumlarına nüfuz ederek devletin felsefesi haline dönüştürülüyor ve kadın bunun görünür olması için bir simge olarak kullanılıyor. Üniformayı andıran tek tip giysilerin ve simgelere kamusal alanda izin verilmemesinin sebebi, dinin bu alanlarda baskı aracı olarak kullanılmasının önüne geçmek ve inanışları ne olursa olsun tüm yurttaşları devlet karşısında eşit kılmak içindi. Baskılarla susturulmuş olan kitlelere dayatılan üzerinden kadının özgürleştiğini savunmak, dinin buyruğuymuş  gibi dayatılanı özgürlüğün sınırı olarak kabullenmek anlamına gelir. Bu da aklımızın buyruklarının ve bilimin sonu demektir. Yaratılan akıl karışıklığı, tek yönlü yoğun propaganda ve haksız tutukluluklar, hükümlülükler ile getirildiğimiz yerdir burası. Şimdi 'demokratikleşme' diye çıktığımız yolun ucunda, millet bilincini terk ederek 'ümmet' bilincine doğru yol almaya geldi sıra. Çünkü aynı kişi bu toplumun çimentosunun 'din' olduğunu söylemişti.

Türbanın Meclis'te yer alması 'bir kısım' ve 'inanan' olarak tabir edilen kadını özgürleştiren bir hak olarak gösterilirken, bunun daha sonraki dini açılımların basamağı olacağını göremeyenler için bu yazı ile tarihe dipnot düşmüş olalım. Unutmadan; Türkiye kadın-erkek eşitliği sıralamasında dünya ülkelerinden hayli geride, 124. sırada... Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet her yıl katlanarak artmakta... Bu sorunları çözmek kadını örtmekten daha önemli değil mi? Örtü arttıkça sorunun katlandığını neden hala göremiyoruz?

Başka bir dip notta, giderek dönüşen ve AKP politikalarının kolaylaştırıcısı rolünü üstlenen CHP için düşelim. Türkiye'de iki önemli dönüşüm aynı güne denk geldi (!)... Türban Meclis'e girerken, CHP'nin başına içinden kemirerek geçemeyen Sarıgül'ün, dışarıdan gagalayarak geçme yolunda önemli bir adım atıldığına tanıklık ettik. Değişim hareketi, Sarıgül'ün CHP saflarına katılışının fotoğraflarına sarı renkleri ile damgasını vurdu. Öyle açıklamalar yaptı ki, sanki partiye katılan bir birey değil, partinin başkanı konuşuyordu. Kılıçtaroğlu ile kendisini denk gören, ama beden dili ile O'nun da ötesine geçen bir tarzı vardı. Kemal Bey'in bundan böyle işi daha zor.

CHP artık bundan böyle iki başlıdır. Sarıgül'ün vizyonu var mı? Yok!... Ama olsun!... Artık vizyon önemli değil, misyon önemli. Meclis'te hiçbir icraatı olmadığı söylenen kadın vekiller misyonları ile ortaya çıkıvermediler mi?!... Sarıgül'ün misyonu da CHP'yi dönüştürmek. İddiasını kendi kurmaya çalışıp, başaramadığı partisinin adı üzerinden koymuştu ortaya: 'Değişim Hareketi' demişti. Y-CHP ile başlayan dönüşüm, değim hareketi ile güç kazanacak. Bunun anlamı şudur: Y-CHP azalttığı Kemalist kadrolardan zaman içinde arınacak... Ve ironik olan bu görev partinin tabanının çıkardığı kişilerle değil, konjonktürün dayattığı iki kişiye yaptırılacak. Birinin adı Mustafa; diğerininki Kemal... Tesadüf mü sizce?!...

CHP'nin eşbaşkanlık süreci için düğmeye basıldı. Kılıçtaroğlu gölgeye çekilecek (hatta çekildi bile) sarı renklerle yepyeni(!) kadrolaşma hareketi başlatılacak. Kemal Bey'in süresinin sonuna geliniyor. Bu satırların yazarı Kemal Bey'in küresel güçlerin asıl tercihinin olmadığını, geçiş süreci için getirildiğini de yazmıştı... "Kemal Bey hata ediyorsunuz" diyeceğim ama dinlemeyecek biliyorum...

CHP tabanı tasfiye ediliyor. Diğer deyişle, CHP felsefesi kendi içinden çözülüyor. Yeni, sol söyleyen, sağ vuran liberal ve Kemalist olmayan kadrolara yelken açılırken, Kemalistler kendilerini ifade edecek zemin bulamaz olacaklar. Hesap bu!... Tutar mı? Partinin temel felsefesini bilmeyen insanlarla dolduruluşunu kaygı ile izleyenler, siyasetin artık parti ilkeleri ve ülke için değil de, adaylıklar üzerinden yapıldığını da gözlemlemekteler. Tüm yetkiler Meclis'te çoğunluğu sağlayan tek partide toplaştıkça, muhalefet göstermelik hale dönüşürken, siyaset bencil bir çıkar kavgasına indirgendi.

Sarıgül'lü CHP'ye oy vermeyeceğim diyenlerin sayısı çok fazla. Haksızlar mı? Kendi deyişi ile Sarıgül: "Sağda Başbakan'ı; Sosyal Demokrasi'de de Mustafa Sarıgül'ü aynı kategoride görüyorum."
Bu kişiyi umut olarak, muhalefet olarak gören sözde muhaliflere hayırlı olsun!... Yazık ki, O'nun umut olması CHP'nin umutsuzluğu anlamına geliyor. İronik olan CHP'nin tasfiyesi için seçilen iki isim: Biri Mustafa, diğeri Kemal!... CHP Atatürk'ten kaçışın düğmesine bastı. Meclis de artık Atatürk'ün Meclis'i değil... Atatürk'ün ve bu ülke, bu millet için canını vermiş olanların kemiklerini sızlatıyoruz.
Kendi içine kaçık, toplumdan kopuk, baskıcı siyaset toplumun fersah fersah gerisinde!... Siyaset Mustafa Kemal'in ilkelerinden uzaklaştıkça; sokaklar caddeler "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diye inliyor, milyonlar kendiliğinden sokaklara akıp bayrağına, milletine, bütünlüğüne sahip çıkıyor. Meclis marifeti ile yok edilen demokrasi ve Cumhuriyet'i millet sahipleniyor.
Siyaset bölüyor, millet topluyor!...