Seçimlerin kazasız belasız sonlanmasına seviniyoruz ama işin içerisine hazımsızlık, vatandaşı küçümseme ve hala olmadık gerekçelerle mağlubiyeti yüzde sıfır bilmem kaçlık oy yükselişi ile  adeta başarı kazanmış gibi gölgeleme çabaları girince insan şaşırıyor.
Bu çabaların da ötesinde bir de ‘değişim’ diye ortaya çıkanlar var.
Yani bir yanda neredeyse kazandık diyen bir muhalefet diğer yanda muhalefetin içerisinde bu görüşü kabul etmeyerek değişim diye bayrak açanlar.
Her ne kadar bugüne değin ortaya çıkıp da ‘ben bu işi sizden iyi götüreceğim, mevcut iktidara ben son vereceğim’ diye cesaretle konuşan olmasa da.

Siyasilerin hala birbirini yemesini anlıyorum da, vatandaşların orada burada kendileri gibi düşünmeyip iktidara oy veren kesimi kastederek ‘Ne halleri varsa görsünler, bak dolar nereye gitti’ diye üstenci paylaşımlarını, konuşmalarını anlayamıyorum.
Yukarıdakilerin seçim döneminde kendilerine dayattıkları yanlış stratejiyi bir şekilde vatandaşı suçlayarak tepeden bakışlarıyla ‘oy vermediniz oh olsun size her şey müstahak’ diye veriştiriyorlar.
Sanki olanlardan kendileri etkilenmeyecekmiş gibi.
Ama bu da doğal; çıkar merkezli yaşam anlayışları her değeri metalaştırdığı için bundan farklı düşünmeleri olanaksız gibi bir şey.
Başlangıçta, halkın daha çok demokrasiye-adalete gereksinimi olduğu ve bunun için Erdoğan’ın gitmesi gerektiği gibi yanlış bir strateji ile başlanmıştı zaten. Ek olarak mutfak videoları ile halkın her gün yüz yüze geldiği gerekçesiz pahalılık abartıldı.
Ama unutulan bir şeyler vardı.
Uzun yıllardır terörün ve terör destekçilerinin bu toplumda yarattığı hoşnutsuzluk ve nefret.
Ülkesine, şehidine olan sarsılmaz sevgi saygı.
Evlatlarının ne uğruna şehit olduğunu, ülkenin hemen tüm kentlerinde patlatılan bombaların amacını, kimlerden destek aldığını, onlarla bir şekilde aynı safta görülenlerin asla kabul edilmeyeceği gerçeği.
Stratejinin yanlışlığı ortaya çıkınca yüz seksen derecelik dönüş de kimsenin gözünden kaçmamıştı. Nitekim öyle oldu. Önce vatan diyenlere mutfağın dayanılmaz ağırlığı hafif gelmişti.
Erdoğan giderse ne yapacağını açıklayamayan bir muhalefetin kendi yaşamlarında neyi değiştireceğini, ekonomik krizle nasıl baş edeceklerini bilemediklerinden; ‘depremzedelere bedava ev’ vaatlerine dahi inanılmadı.

Tüm bu olanlara toplum geçerli yanıtı sandıklarda verdi ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun hala kaybetmedik oyumuzu yükselttik diyerek toplumun bazı kesimlerini suçlaması gerçek niyetini, gerçek düşüncesini çok daha iyi ortaya serdi.
"Beklediğimiz ölçüde kayıp olmadı. Biz kazanamadık doğru. Biz şunu da araştırdık; acaba kırsaldaki insan neden ekonomik yıkımdan etkilenmedi diye, çok basit, ayda 500 lira verdiğinizde zaten harcayacak yer yok, köyde nerede harcayacak para. Deprem bölgesi de halkın kendi tercihidir. Dağıtılan paralar, imkanlar var..."
Köylü vatandaş bu ülkeden değil de sanki başka ülkeden gereksinimlerini karşılıyormuş gibi.
Ne demişti Gazi Mustafa Kemal Atatürk?
“Köylü milletin efendisidir”.
Ama Sayın Kılıçdaroğlu haklı. Onun yönetimindeki CHP’ye Atatürkçülerin dışında herkes girdi.
Atatürkçülerin sesinin kesildiği, yönetimlerden uzaklaştığı bir partide bu sözlerin söylenmesi, vatandaşın küçümsenmesi gayet doğal değil mi?
Peki değişim isteyenlerin var olan yapıdan bir farkları var mı? Planları, programları?
Pek sanmıyorum ama varsa anlatsalar da bizde bilsek.

Bu arada değişim rüzgarlarının ilk adımı İzmir’de atıldı. Esnaf Birliği başkan olarak Sayın Yalçın ATA’yı seçti.
Yalçın beyin bu ortamda işi kolay değil, esnafın birçok beklentisi, sıkıntısı var.
Yalçın Ata ve ekibine başarılar dilerim.