10 Kasım'dan geriye ne kaldı derseniz, öncelikle; kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk milyonların yüreklerine kazınmış sevgi ve saygı derim. Dozajı giderek artan korku iklimi ile sindirilen ve sesini duyurmayan kitlelerin kurucu liderimiz Atatürk'e 'ebedi lider' payesini sevgi, saygı, minnet, şükran duyguları ile tazeledikleri bir gün yaşadık. Kadınlar daha bir önde, daha bir fazlaydı. Atatürk'e 'Ölümsüzsün' mesajının, her yıl daha güçlenen özlemle  verilişini, Cumhuriyet'imizin tuğlalarının, birer ikişer sökülüşüne karşıtlığın ifadesi olarak okumak gerekir.
                  
Atatürk'ün kadınların toplum yaşamına kazandırılması ve eşitsizliklerin giderilmesi konusuna verdiği önemi; kadınlar adına 'kazanım' denilen her kuruma attığı imzaları yadsıyamayız. Bugün ise kadına yönelik şiddet, özellikle kadın cinayetlerinin katlanarak artmasının gerisinde en önemli nedendir iktidarın kadına bakış açısı. Kadını özgür ve eşit birey yerine, aile ile ilişkilendirerek yeniden 'mahrem' olarak üreten anlayış öne çekilmiştir.
                
Kadın örgütlerinin artan şiddet ve cinayetleri önlemeye yoğunlaşma zorunluluğu, örgütsel anlamda sayıları çoğaldığı halde eşitlik mücadelesini giderek geriletmektedir. Kadın hareketinin yeniden canlanabilmesi ve kadınların şiddet dışındaki konularda etkin olabilmesinin önünde ülke siyasetinin bölünük ve baskıcı yapısı engel oluşturmaktadır. Ülke genelinde boşaltılan özgürlükler, hak taleplerinin ifade zeminlerini de azaltmış; kadın haklarının yerine, başta şiddet olmak üzere kadına haksızlıklar konuşulur olmuştur. Kadın hareketinin güçlenebilmesi ve  özgür tepkiler ortaya koyabilmesi için bakanlık ve devlet kuruluşları ve siyasal partilerden bağımsız hareket edebilecekleri platformların olması gerekir. Sivil toplum devletle var edilemez. Ediliyorsa devlete hakim olan zihniyeti çoğaltılmaktan öteye gidemez.
               
10 Kasım'dan belleğimde kalan yurttaşların kadın erkek kaynaşmış çağdaş görüntüsünün aksine, devlet adına yapılan anmalarda kadının yokluğuydu. Kadını yok hükmünde saymanın, eşi ya da babası nedeniyle bir yer buluşunun, yerinin erkeğin ardında oluşunun resimleri çoğaltılırken, kendi adına var olma mücadelesi veren kadınların görünür olamadığı, hatta tek başına başarılı olmasının önüne geçen günümüz kültürü yansımıştı anma törenlerine. Erkeklerin toplaştığı küme yürürken, sürekli 'devlet erkanı' sözcüğü kullanılıyordu ekranlarda. Yazılı basında geniş yer verdi devlet erkanının görüntülerine....
               
Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünde 'erkan' kelimesi; 'Bir topluluğun ileri gelenleri, büyükler, üstler' diye tanımlanıyor. Devletle birleşince; devletin ileri gelenleri, devlet büyüklerinden söz etmiş oluyoruz... Nüfusun yarısını yok sayan anlayışla ileri gelenler, önde olanlar... Bu yeni Türkiye'nin ileri (!) demokrasisi...
             
Devlet erkanı fotoğraflarına bakıp ileri gelen, büyük, üst kavramlarını yan yana getirdim ve bunları olabilmek için ne gibi özellikler gerekir diye düşündüm. Siz de düşünün lütfen... Adı 'barış', 'demokrasi' ile anılan, 'çözüm' denilen çözülüş sürecinin mimarlarının fotoğrafına bakarken, bu uğurda neleri feda ettiğimizi, kazanımlarımızın içinin nasıl boşaltıldığını, bedelin hepimiz için ağır olduğunu, ama asıl biz kadınlar için daha ağır olduğunu; kadınların 'erkan' arasında hak ettikleri yerin gasp edilişini ve bu haklarını alabilmelerinin giderek zorlaştırıldığını, kadın aleyhine eşitsizliğin giderek arttığını, devlet erkanı fotoğraflarından daha iyi ne anlatabilir ki diye düşündüm... Ve de hala bunları düşünüyor olmamı kime, kimlere borçlu olduğumu. Elbette, Atatürk ve onun görüşlerini benimsemiş, sahiplenmiş öncü, aydın insanların koruyup, bugüne taşıdıkları ilkeler sayesinde!...
              
Atatürk'ün sahiplenilişine duyulan tepki ve öfkenin sahiplenenlere yöneltilerek dillendirilişine de tanıklık ettiğimiz anma töreninden alınacak çok ders var. Oysa bize bu dersler yerine, 'Dersim' konusu ödev olarak veriliyor. Ekrandaki yandaşlar tarihi çarpıtma, geçmişi kazıma, kazıdıkları yerlere bugünün yanlışlarını yerleştirme işini çok sevdiler. Dünü bulanıklaştırarak, bugünü kaçırmak, gündem kaçkınlarının işi olup çıktı.
              
Andığımız, anmakla onurlandığımız, her birimizin sevecek, benimseyecek farklı bir yön bulduğu, her birimizin kalbinde farklı nedenlerle de olsa yer edinen devlet büyüğümüze sahip çıkan fotoğraflardan yansıyan iki Türkiye ve iki farklı Cumhuriyet özlemi var.
               
Cumhuriyetin başkalaşması; devletin temel ilke ve yapısının değiştirilmesi, kuvvetler ayrılığı yerine fiili kuvvetler birliğinin kurulması, devletin hukukla sınırlı devlet olmaktan uzaklaştırılıp, kanun devleti haline dönüşerek keyfileşmesi, hukuken iki başlı olan yürütmenin işleyişte tek başlılığa dönüşmesi, Anayasanın tarafsızlık koşulu getirdiği Cumhurbaşkanlığı kurumunun parti liderliği bağı ile tek seçici algısı yerleştirilerek açık biçimde  taraf olması, muhalefetin gereksiz bir teferruat gibi algılanması, hatta biçim verilmeye çalışılması, medyanın muhalefeti eleştiri bombardımanına tutması yolu açık tutulurken, iktidar olanlara ilişkin haberlerin oto sansürle, olmadı iktidar gücü ile baskılanarak eleştiriye kapalı tutulması, yurttaşın sandık dışında iradesini yansıtacağı çoğulcu ortamlar giderek iktidar yandaşlarınca kuşatılarak, karşıtların görünür, toplaşır olduğu alanların dağıtılması, siyasetin meclis içine sıkıştırılarak baskılanması... gibi yöntemlerle sürdürülmekte.  Bu 'başka biçim alış' giderek belirginleşirken, bir yandan kalıcılaştırma çabalarının yürütüldüğüne tanıklık etmekteyiz.  'Yeni' (!) Türkiye'nin de simgesi var artık... Tüm haklı eleştirilere karşın 'durmak yok büyütmeye, harcamaya devam' anlayışı ile Atatürk Orman Çiftliği'ne kondurulan devasa saray. Orada oturanın gücünün simgesi, aynı zamanda... Ayrıca 'Siz ne derseniz deyin, ben istediğim her şeyi yaparım, hiçbir güç karşı duramaz' ... 'Ben öndeyim' mesajı.
               
Kadını yok hükmünde sayacak kadar azaltan fotoğraflara bakarak, 'sözün bittiği yerdeyiz' deyip geri çekilmek yerine, sözü doğru yerden, 'yeniden' başlatan olmak için aklımızı başımıza toplamalıyız. 'Yeni' değil, 'Yeniden Cumhuriyet' diyerek başlamalıyız!... Bunun için dağılmak, ayrışmak değil; toplaşmak, bütünleşmek, safları Cumhuriyet değerlerinde  sıkılaştırmak gerekiyor.

Not: 5 Aralık yaklaşıyor. Atatürk ve Türk kadınına haklarının verilişinden söz edilecek her yerde... Ve tabii ki kadının hak ettiği yerde olmayışından!.  Binlerce söze gerek yok; 'devlet erkanı' fotoğraflarını çoğaltarak dağıtmak yeterli kadınla erkek arasındaki eşitsizlik uçurumunu gösterebilmek için...