Muhafazakarlığı "özgürlük" kavramı üzerinden yeniden üretirken, modernleşme sayesinde elde ettiğimiz  kazanımları gerileterek ilerleyen AKP, Gezi Parkı engelini aşmak için özgürlükler alanını açmak yerine, bu direnişi bahane ederek yeni kısıtlar ortaya koyabileceği bir zemin arayışını sürdürürken, zaman kazanmaya çalışıyor. Park'ta başlayan özgürlük direnişinin yurtta yarattığı artçı sarsıntıları doğru okumak ve buradan toplumla diyalog yolunu açmak yerine, direniş başladığından bu yana parka gitmemiş/gidemeyecek olanların muhatap alınıyor olması trajikomikti. Madalyonun görünen bu yüzünü terine çevirdiğinizde, krize hazırlıklı olmayan iktidarın süreci kendi lehine çevirmek için, topluma karşı imtihan vermek yerine, zamanla imtihanı seçtiğini okuyabilirsiniz. Buraya kadar ironik, ancak daha ironik olan, yargıya intikal eden bir konu olduğu için "referandum" yapılamayacağından, yine bir halk oylaması olan "plebisiter oylama"nın önerilişidir. Otoriter sistemlerin başvurduğu ve otoritenin tercihinin onaylattırıldığı mekanizmaya verilen isimdir "plebisit".  Türkiye'yi dalga dalga saran özgürlük taleplerinin karşılığını, "neden otoritenin kendi dediğini dayatacağı bir halk oy(a)lamasında buldu?" sorusunun yanıtını TESEV Başkanı'nın da katıldığı bir TV oturumundaki konuşmacıların dillendirdikleri ile daha açık kavrayabiliriz: Satır aralarında yeni rejimi inşa etmeyi serpiştirdikleri söyleşide biri; "Türkiye henüz tamamlanmamış bir dönüşüm içinde" derken, diğeri, "kararlılıkla, yeni hamlelerle, cephe siyasetinin dışına çıkarak, talepleri karşılanmamış kesimler (örneğin Aleviler) konusunda hassas olunması" gerektiğine işaret ediyor.... Bir diğeri; AKP'nin son seçimlerde gerçek anlamda iktidar olduğundan söz ediyor; AKP politikaları karşısında "kendini yenilemeyen gitsin" gibi hükümler veriliyor.

Muhafazakar diyerek yumuşatılan dinci vesayetin tanımı yapılarak yeni rejim resmediliyor. Fırsattan istifade, Türkiye'de kitlelerin taleplerini okuyor gibi yaparak, yandaş medyadan AKP propagandası yapılıyor...

Kitlelerin ne istediğini umursamaz yaklaşımla, hala yaratılan çatlağı derinleştirecek şekilde süreci ilerletmek isteyen anlayışın akıl hocalığı yaptığı bir Türkiye fotoğrafı var ve tahlillerden de anlaşılıyor ki, şaşkınlık tam da burada toplaşıyor: AKP tüm toplumsal ve siyasal muhalefeti baskılayıp tam anlamı ile iktidara oturdu derken, beklenmedik bir şekilde toplumsal kalkış, hem de genç, diri bir kalkışma, dipten gelecek bir halk hareketi hesaplanmamış.... Lider olabilecek kişilerin hepsi bir şekilde engellenerek lidersiz bırakıldığı düşünülen toplumun lidersiz bir kalkışma ile muhalefet edebileceğini belli ki hiç düşünmemişler.


İçeride kriz için plan ve senaryoları olmayanların dış politikada karşılaşılabilecek krizler konusunda hazırlıklı olduklarını düşünmek aşırı bir iyimserlik olur. Nitekim; ülkeyi Avrupa Birliği üyesi yapacağız diyerek işbaşına gelen ve gücünü içten çok, dıştan alan bir profil çizerek prestij sağlamaya çalışan AKP'nin, Avrupa Parlamentosu'ndan gelen uyarıya tahammül edemez noktaya gelmiş olması ironiktir. Üstelik de tam yetkili ağızdan "Biri bizi uyarsın" denildiği süreçte... Avrupa'nın "Türk toplumunun çeşitlilik ve çoğulculuğuna saygı duyulması ve laik yaşam biçimlerinin muhafaza edilmesi" çağrısında kızacak ne var? Bunu Avrupa'dan duymak istemiyorsanız, tüm ülkeye yayılan tepkilere kulak vermek yeter. Laik yaşam biçimi yoksa, demokrasi de yoktur.

Bu çelişkilerin tek bir açıklaması vardır: AKP rejimi dönüştürmek için işbaşına gelmiştir. İlk kez ülke yönetiminin sorumluluğunu alan kişi, "kefen giyerek geldim" demektedir. Bu sözler demokraside kararlılığın ifadesi olamaz. Nitekim on yılda yoğunlaşan baskı havasının kapağının attığı yer olan Gezi Parkı için çözümü plebisite indirgeyen AKP baskıcı politikalarından vazgeçmeyeceği mesajını vermiş oluyor. Dayatmacı politikalarına "uzlaşma" adını verdikleri için, Gezi Parkı'nda da aynı yöntemi uygulama hevesindeler. Türkiye'yi dayattığı sonuçlarla yönetmeye alışmış bir iktidarın bir anda değişmesi mümkün değil. Sandığı da bir sonuç olarak dayatıp yerini koruyan bir parti var iktidarda. Asıl konuşulması gerekeni atlıyoruz; demokrasi sandıktan çıkan sonuçla değil, öncesi ve sonrası ile sandık çevresi ile test edilir. Sandık öncesi ve sonrası ile ilgili şaibeler hakkında sorulan sorular yanıtlanmıyor...

Türkiye ilkleri yaşadığı bir sürece girdi, lidersiz hareket çığ gibi büyüyor. Tarafgir olan medyalar biliniyordu, şimdi deşifre ediliyorlar. İktidara dolaylı destek verdikleri bilinen kişiler "acaba rüzgar tersine döner mi?" endişesi ile rüzgar güllerine dönüşüyorlar. Lidersiz harekette birleri fırsatçılık yaparak öne çıkmak istedikçe ayrıca çizmeye gerek bırakmayacak şekilde karikatürleşiyorlar. Bakıp gülüyor, gülüp geçemiyoruz...

Türkiye bölgedeki diğer ülkelere benzemiyor. Bizler özgürlüklerle öyle ya da böyle tanıştık. "Bizim ileri demokrasimiz bu" diyerek baskı sopasına indirgedikleri "demokrasi" anlayışları ile ileri özgürlük taleplerimizi on yıl öncesinde düğümlendiklerini sanıyordu birileri ki; dip dalga gençlerle harekete geçti.

Depremin şiddeti henüz bilinmiyor; ancak yüzeysel olmadığı, dipten geldiği bir gerçek. Uyarıların nereden geldiğine takılmaksızın, kitlelerin taleplerini özgürlüklerden yana okumak gerek. Otoriterleşme gayretlerinin bedeli hepimiz için ağır olur.