Geçen haftaki yazımızda küresel ısınmanın ne olduğundan ve nasıl belirlendiğinden söz etmiştik. Bu hafta ise, yaptığı etkileri ele alacağız.

Fiziksel etkiler

Dünya'nın yüzej sıcaklığı 19. yüzyıl sonundan bu yana ortalama olarak yaklaşık 1 °C kadar artmıştır ve giderek artmaktadır. Dünyanın her yerinde çok sayıda noktada bir çok iklimsel ölçümler yapılmaktadır. Ayrıca uydu gözlemleriyle de bu ölçümler desteklenmektedir. Tüm bunların birlikte kullanılmasıyla ortalama sıcaklık değişimleri hesaplanmaktadır. Bu sıcaklık artışı, buzullarda görülen aşırı erime, kar örtüsündeki azalma, ilkbaharda bitkilerin daha erken çiçek açmaları ve deniz seviyelerindeki artış gibi bağımsız ölçümlerle de kanıtlanmış durumdadır.

Genel ortalama sıcaklık

Küresel ısınmanın en önemli göstergesidir. Açıkça görülen sürekli ancak düzenli olmayan bir artış vardır. Bu düzensizlikler El Nino ya da yanardağ püskürmeleri gibi etkilerle ortaya çıkar. 1981 yılından bu yana en sıcak 20 yılı ve son 12 yıldaki en ılık 10 yılı geçirmiş durumdayız. Ayrıca günlük en yüksek ve en düşük sıcaklıklar arasındaki fark da değişmektedir. Tüm bunların hava durumuna etkisi yağışların artması olarak görülmektedir ancak fırtınalara etkisi tam olarak belirlenememiştir. Tropik bölgeler dışında görülen fırtınaların, kutup bölgelerinde görülmekte olan ısınmanın diğer bölgelere göre daha fazla olması nedeniyle olduğu düşünülmektedir. 2016 - 2035 yılları arasında ılık geçen günlerin sayısında artış beklenmektedir. 2081-2100 yılları arasında ise daha çok sayıda sıcak günler yaşanacağı, soğuk günlerin azalacağı öngörülmektedir. Sıcaklık farklılıklarının daha çok karalarda olması nedeniyle, tropik fırtınaların azalacağı ya da aynı oranda kalacağı öngörülmektedir.



Kar örtüsü

Genel olarak bakıldığında, özellikle kuzey yarımküredeki genel kar örtüsünün aşırı azaldığı gözlenmektedir. 2025-2030 yılları için yapılan öngörüde, kutup yazlarının tümüyle karsız olacağı düşünülüyor. Uzun vadede kutup bölgelerinde buzun aşırı erimesinin, yeryüzünde genel olarak deniz seviyelerini arttıracağı öngörülmektedir.

Okyanuslar

Etki burada oldukça karmaşıktır. Yeryüzünde okyanuslar oldukça çok yer kapladığından, atmosferdeki karbondioksitin azaltılmasında önemli bir rol oynamaktadırlar. Epeyce büyük miktarlarda karbondioksit okyanuslar tarafından emilmektedir. Ancak atmosferde karbondioksit miktarındaki artış, okyanusların tuttuğu karbondioksiti arttırdığı için, bunun olumsuz yanı da okyanusların asitliğinin artması olarak ortaya çıkar. Karbondioksit okyanus suyunda çözündükçe karbonik asit ortaya çıkmaktadır ve bu da suyun pH, yani sertlik derecesini değiştirmektedir. 1750 yılından bu yana bu pH değeri 0,1 birim kadar artmıştır. 21. yüzyıl sonunda bu değerin 0,35 birim kadar olacağı öngörülmektedir.

Okyanuslar aynı zamanda havadaki fazlalık ısıyı da emmektedir. Bu tutulan ısı da küresel ısınmanın artmasının bir nedenidir. Tüm bunları ele aldığımızda sonuç ise, ısısal genleşme, buzulların ve buz tabakalarının erimesi nedeniyle su düzeylerinin artmasıdır. Ayrıca okyanuslardaki akıntıların da bundan oldukça fazla etkileneceği düşünülmektedir.

İnsanların atmosfere eklemiş olduğu karbondioksitin üçte biri okyanuslar tarafından emilmiştir. Belirli bir su bileşimi ve sıcaklık dengesinde çok uzun yıllardır yaşamlarını sürdüren bazı deniz canlılarının bundan etkilenmemeleri mümkün değildir. Özellikle pek çok yaşama yuva olan mercan kayalıkları bu etkilerden en çok zarar gören canlı kesimidir. Buna bağlı olarak, mercan kayalıklarına bağımlı bir yaşam biçimi geliştirmiş su canlılarının da soyları tükenmeyle karşı karşıya kalmaktadır. Suda çözünmüş oksijen miktarının azalması da tüm bunları tetikleyen ek bir etkendir.

Deniz seviyelerinin artması

20. yüzyıl boyunca deniz seviyelerinin arttığı gözlenmiştir. Yapılan çalışmalara göre 19. yüzyıl ortaları ile 20. yüzyıl ortaları arasındaki zaman diliminde bu artış sayısal olarak belirlenmiş durumdadır. IPCC raporuna göre 1963-2003 arasındaki dönemde bu artış ortalama olarak yılda 1,8 mm olarak hesaplanmıştır. Bu artışın iki temel nedeninden söz edilmektedir. İlki ısısal genleşmedir. Okyanuslar ısındıkça su genleşmektedir. Başka bir deyişle, hacmi artmaktadır. İkinci neden ise karalarda bulunan buzun erimesidir. Bu artışın yüzyıllar boyunca süreceği öngörülmektedir. 21 yüzyılda su seviyesinin 18 ile 59 cm arasında artacağı öngörülmektedir. Bir başka çalışma ise bu seviyenin 2 metreye kadar ulaşabileceğini öngörüyor.

Bu söz edilen durumlar nedeniyle, kuş göçlerinde değişme, bazı hayvanların eskiden soğuk olan ancak artık ılık iklim gösteren bölgelere dönüşmesi yüzünden buralara göç etmesi, denizlerde plankton miktarında ısınmaya bağlı artışlar, buna bağlı olarak oksijen miktarlarında düşüşler ortaya çıkacağı düşünülüyor. Bunun en önemli olumsuz sonuçları ise, mükemmel bir denge içinde sürmekte olan doğal yaşamın dengesinin bozulması, buna bağlı olarak besin zincirinde yer alan bazı önemli canlıların soylarının tükenmesi sonucunda bu zincirin de bozulması, kısacası tüm yeryüzünü ilgilendiren kaotik bir sorunlar silsilesi ile karşı kalınması biçiminde ortaya çıkacak gibi görünüyor.

Tüm bunlardan toplum yaşamını ilgilendirenler bazıları tarım, balıkçılık, ormancılık, enerji üretimi, yapılaşma, sigortacılık ve turizm olacaktır. Atmosferdeki karbondioksit miktarındaki artışlar, sıcaklıklardaki artışlar, bunlara bağlı yağış rejimlerinin değişimleri, sel ve fırtınalarda görülen artış tarımsal üretimleri oldukça etkileyecek etkenlerdir.



Sağlık

Su, hava ve yiyecekteki kalite değişimleri ve iklimsel değişimler uzun vadede insanlığı oldukça olumsuz etkileyecek gibi görünmektedir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2009 yılında yapılan bir araştırmaya göre bu etkiler öngörülmüştür. Örneğin iklim değişikliklerinin, Dünya çapında sıtma ve ateşlenme gibi hastalıkları arttırdığı ve buna bağlı olarak yalnızca 2004 yılında ölümlerin %3 kadar arttığı belirlenmiştir. Bunların % 85'i çocuklardır.

Küresel ısınma su kaynakları konusundan da sorunlar yaşanmasına neden olmaktadır. Deniz seviyelerinde yükselme, bir kısım yeraltı sularında tuzlanmaya neden olacaktır. Bu nedenle tatlı su sıkıntısı çekeceği öngörülen en önemli bölgeler, Akdeniz havzası, Amerika'nın batısı, Güney Afrika ve kuzeydoğu Brezilya'dır. Bu bölgelerde tatlı su rezervlerinin bugünküne göre oldukça azalacağı öngörülmektedir.

Su ile ilgili sorunlar ayrıca göçlere de neden olacaktır. Kıyı kesimlerin daha nemli ortamlara dönüşmesi ve yağış azlığı nedeniyle denizden uzak bölgelerde görülecek kuraklıklar, insanları daha yaşanabilir bölgelere göç etmeye zorlayacaktır.

Birer felaket senaryosu gibi algılansa da, burada anlatılanlar gelecekte daha da hissederek yaşayacağımız sorunların çok küçük bir özetidir. O kadar çok etki vardır ki, bu köşede tüm bunlardan söz etmek imkansızdır. Bu konuda bazı önemli gelişmeler olduğunda, ayrıntılı bilgileri sizlere sunmaya devam edeceğiz.