Bir ülke, 79 yıl önce kadınlarına siyasal haklarını uygar diye tanımlanan Batılı ülkelerden önce tanımış olduğu halde, hala her yıl dönümünde hakların tanındığı sürece vurgu yapılarak haksızlıkları dile getirmek alışkanlığı oluşmuşsa, kutlama yerine sızlanma biçimini almışsa tarihteki önemli kazanımların yıldönümleri, bu sızlanışların artık ayrı başlıkta sorgulanması gerekmez mi?
                  
Tam da yeni anayasa yapmanın dayatıldığı bir süreçte, bugüne kadar söylenenlerin dışına çıkarak bakılırsa kadın fotoğrafına ülkenin, alınacak çok dersler çıkacaktır; sadece sorunlaştırılan "kadın konusu" değil, hukuk ve yasalar ve bunların işleyişi, işletilişi üzerine.
                  
Türk kadınına siyasal haklarının verildiği 5 Aralık 1934 tarihi, aynı zamanda demokrasinin en önemli gereklerinden biri olan "genel ve eşit oy" ilkesinin yürürlüğe girdiği tarihtir. Kadını da sistemin öznesi haline getirecek bu adımın yıllar içinde sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal, hukuki tüm engelleri aşacak şekilde güçlendirilmesi gerekirdi. Ancak çalkantılı Türk siyasetinin siyasal parti odaklı çatışmaları içinde kadın, partilerin demokrasiden yana görüntüsünün malzemesi olmaktan öteye gidemedi. Yasa ile hakların tanınmış olmasının hakların varlığı anlamına gelmediğinin en çarpıcı örneğidir kadın: Haklar hukuken var, ancak uygulamadaki engeller nedeniyle kullanılabilir değil.
                   
Kadınlar katılım sorununu siyasetin engellerine bağlarken, kadının siyasette eşitlenmesine engeller koyanlar çeşitli gerekçeler ileri sürüyorlar. Bu tartışma, çok partili siyasal yaşamın genel özelliklerinin dışında ele alınabilecek bir konu değil ve ayrıntılı bir analizi gerektiriyor.  Günümüz siyasetini bunun dışında okumak gerek;  giderek tekilleşen siyasetin laik anlayışa mesafesi açıldıkça bundan en fazla kadınlar zarar görmekteler.
                  
Dini ve etnik kimliği öne çıkaran siyaset anlayışının devlete yansıyan (yönetimsel ve kurumsal) dönüşümü en çok kadın hakları alanını boşaltmaktadır ve bunun görünürlüğü de yine kadın üzerinden /kadın eli ile yapılmaktadır.  Aktörleştirilen kadınların bazıları tek tek elde ettikleri ya da elde edecekleri ile ilgilendiklerinden, kadınların tümü için boşaltılan haklar alanını edindikleri yerdeki görüntüleri ile örttüklerinin farkında değiller. Siyaset, akademi, ekonomi, sanat, medya, sivil toplum alanlarına serpiştirilen ve kamuoyu oluşturma işlevini üstlenen bu kadınların öne çıkarılan görüntüleri misyonlarının sorgulanmasının önünde de engeldir.
                   
79 yıl sonra yapılacak en önemli muhasebe; hakların hukuken tanınmış olmasının kullanılabilir olduğu anlamına gelmediğidir. Hukuk haklar için önemlidir ancak işlevselliği için tek başına yeterli değildir.  Buradan topluma ilişkin başka bir belirleme; "MGK'dan  sızan belgeler" başlığı ile tartışma gündemine getirilen ve mağduriyetle ilişkilendirilerek sık sık kullanılan "tarikat", "cemaat" başlıklı güncel bir tartışma üzerinden yapılabilir. Mevcut anayasada hala laik ve demokratik bir hukuk devleti olarak tanımlanan Türkiye'de bu tür yapılanmaların hukuken tanınmadığı, devlet mekanizmasının dışında tutulduğu bilinirken; bu tartışmalar açıkça  devlet kurumları ile ilişkilendirilerek yapılır hale getiriliyorsa, fiilen meşrulaştırılıyorlar demektir. Kadının hukukun tanıdığı meşru haklarının içini dolduramayan, hatta giderek kullanılabilir özgürlükleri boşaltan Türkiye; siyasette etkili olan bir sosyal güce dönüştüğü mesajının açıkça verildiği dini yapılanmalara geçit vermiş, yasaların meşru saymadığını, meşruiyet zeminine fiilen taşımış oluyor. Hukuk geriletildikçe boşalan alan din ile dolduruluyor.
                    
Türkiye Anayasayı yeniden yapmak konusunu bu iki uç örnekten okumalıdır. Kadını yasal haklarını kullanamaz hale getiren ülke, yasal olmayan dini yapılaşmaları fiilen tanımış oluyor. Her ikisinde de hukuk işlevsizleştirilmiş olmuyor mu? Hukuk dışına çıkmış olmak,  yönetimin meşruluğu sorununu gündeme getirmesi gerekmez mi? Bunları sorgulamak yerine, elimizde önceden var olan ile bugün elden alınanın muhasebesini yapıyor olmanın bir anlamı yoktur.
                   
Kadın-erkek eşitsizliğinin giderilmesi çabalarının yerini, kadını aileye indirgeme çabaları almış durumda. Kadın hakları için çalışan kurumlar ve komisyonlar artık aile ile ilgilenecekler. Çünkü en az üç çocuk doğurmak üzere evlenen kadın ancak aile içinde bir değer kazanabilecek, özgür bir birey olarak değil. Kadın aile ile tanımlanınca, kendisi olmaktan çıkıp, kocası üzerinden statü edinmiş oluyor. Erkeğe buradan kadını sahiplenme ve malı gibi görme ve (eş ve eşit olarak kabul edilmeyen) karısı üzerinde şiddet uygulama yolu da açılmış oluyor. Bu önemli ve çok başlıklı konular üzerinde hiç düşünülmediğini, aileden dolanarak kadının özgürlük alanının boşaltıldığını, kadınla erkek arasındaki eşitsizliklere yenilerinin eklendiğini görebiliyoruz.
                   
Gidişin vahametini hukuk, haklar, özgürlükler ve eşitlik diyerek anlatmak giderek zorlaşırken,  süreçle ilgili çoğaltılan fotoğraflarda ayrıntıya gizlenen gerçeğimiz netleşiyor. Son fotoğraflardan biri Karaman Belediyesi salonlarından. Bayanlara 13.30; erkeklere 18.30 diye iki ayrı saatte 3 Aralık'ta verilen konferansta konu: "Helal gıdaya helal tohumdan başlamak"... Kadın kelimesine bile tahammülleri yok. "Bayan" diyerek kibarlaşıyorlar akıllarınca(!)... Yapılan meşru mu? Değil... Kadın, ötekileştirilerek  erkek cemiyetinin dışına itiliyor. 79 yıl sonra geldiğimiz yer burası...
                 
Meşru olmayan unsurlar rejimi giderek kuşatırlarken, Atatürk'ün düşlediği, bizlerin özlemi olan modern Türkiye'den giderek uzaklaştırılıyoruz. Rejimin koruma duvarları yerlerinde durdukları için işlevlerinin farklılaştığını çoğumuz göremiyoruz. Kurumlar yerinde ancak farklılaşan işlevleri ile meşruluklarını yitirmiş  durumdalar. Kadının hukuki haklarının yerinde durup, kullanılabilir özgürlük alanının her geçen gün daraltılışı gibi...
                 
Tüm kurumlar kendi içinden çözülürken, kadınlara da kendi hak alanlarını kendilerinin terk etmesi telkin ediliyor. Rejimin dini ve etnik kimlikleri referans alan dönüşümü kadın üzerinden belirginleştiriliyor.
                 
Hala kadın sorununu bir ayrıntı gibi gören sözde aydın kesimlere duyurulur.