Daha küçük yaşta ailesinin müziğe olan tutkusu ile piyanoya yönlendirilen Can Çakmur, geleceğin en iyi piyanistleri arasında gösteriliyor. 2010 yılında katıldığı uluslararası bir yarışma neticesinde piyanist olmaya karar verdiğini söyleyen Çakmur, sanata karşı yapılan her tür saldırı ve kısıtlamanın tüm sanatçılara karşı yapılmış olduğunu belirtiyor

*Henüz 5 yaşındayken piyano çalmaya başlamışsınız. Sizi nasıl keşfettiler?

Müziği seven bir ailem var. Dolayısıyla evin içinde her zaman müzik vardı. Bence müzik sevgisi keşfedilen bir şey değil, kazanılan bir şey. Ben de müziği sevmeyi bu şekilde öğrendim. Müzik dinlemek, konsere gitmek bizim ailemizde boş zaman aktivitesi olmadı hiç. Müzik zaten günlük yaşamımızın bir parçasıydı. Ayrıca çok erken yaşlarda piyanoya başlamadım aslında. O dönemler sadece piyano ile oynuyordum. Ailem piyanist olmam için değil, daha iyi bir müzik dinleyicisi olabilmem için beni piyanoya yönlendirdi. Müziği bir meslek olarak seçmem ise onların değil benim kararım oldu. Onlar sadece kararıma saygı duydular ve beni teşvik ettiler. Bu da 3-4 yıl önce netleşti ve 2010 yılında katıldığım bir uluslararası yarışmadan sonra piyanoyla ilişkim bu yönde gelişti.

*Eğer piyanist olmasaydınız ne olmak isterdiniz?

Henüz kendime piyanistim diyemem. Bu çok uzun ve zor bir yol. Eğer başarılı olursam bunu ben değil başkaları söyleyecektir. Eğer bu yolda olmasaydım, kendimi ifade edebileceğim başka bir yol bulacaktım. Temel bilimler, felsefe ya da edebiyat, hepsine karşı ilgim var. Ancak şu an zaten istediğimi yapıyorum ve hiçbiri müzikle çelişmiyor.

*Karşıyaka'da çocuklara konser vermek nasıl bir duyguydu?


Karşıyaka konserinde İzmir'in çevresindeki bir köyden gelen çocuklar da vardı. Büyük bir dikkatle konseri izlediler. Daha önce söylediğim gibi müzik sevgisi kazanılan bir şeydir. Bu konser bu yönde küçük bir adım bile olduysa çok mutlu olurum. Bu yüzden daha önce bu tür bir müziği hiç duymamış olanlara çalmak, tarif edilecek bir duygudan çok yerine getirilecek bir ödev gibi görülmelidir. Bu, müziği kim anlar kim anlayamaz ikilemi değildir. Biri size bir şey anlatırsa anlarsınız. Anlamıyorsanız sorun sizde değil anlatandadır. Müziği anlamak, yüksek kültür işi değildir. Sevgi, kızgınlık, ölüm, huzur, huzursuzluk, neşe gibi birçok duygunun ifade biçimlerinden biridir müzik. Her insan bu duyguları yaşar. Öyleyse her insan doğru ifade edildiğinde müziği anlar, çocuklar bile. Ancak ifade biçimleri değişir. Herkes üzüntüsünü aynı biçimde ifade etmez ama siz birinin üzgün ya da mutlu olup olmadığını anlarsınız. Bu kültüre değil, deneyimlerimizin derinliğine bağlıdır. Deneyimler ne denli çok paylaşılırsa birbirimizi anlama yeteneğimiz ve hoşgörümüz o denli gelişir. Genel olarak sanat, sanatın içinde özel bir yeri olan müzik de buna hizmet eder.

*Sizce okullarımızda yeterince müzik eğitimi ve sanat dersleri veriliyor mu?

Ne yazık ki hayır. Ancak sorun sadece müzik ve sanat eğitimi değil ki. Eğitim sisteminin bugünkü sorunları düşünüldüğünde bence bu ihmal edilebilir bir soru.


*Geleceğin Fazıl Say'ı olarak görülüyorsunuz. Bu konudaki düşünceleriniz neler?

Çok önemli bir noktayı belirterek başlamak istiyorum: Ben kendimi bir piyanist olarak niteleyemem, henüz bir öğrenciyim ve kendini kanıtlamış hiçbir sanatçı ile ne şimdi ne de gelecek için karşılaştırılabilecek durumda değilim. Daha yolun başındayım ve öğrenecek çok şeyim var. Bunun yanında Türkiye'de yaşıtım olan çok sayıda değerli müzisyen/müzik öğrencisi var. İnanıyorum ki her biri gelecekte çok önemli yerlere gelecek.

Fazıl Say çok değerli bir piyanist ve besteci. Onun elde ettiği başarıları yakalamak her müzisyen için bir onur olur. Türkiye'den çıkan ve uluslararası arenada çok büyük başarılara imza atan çok değerli başka müzisyenlerimiz de var. Bir ülkenin sanat yaşamındaki başarısı bu isimlerin çokluğu ile doğru orantılıdır. İsimleri birbiri ile yarıştırmak, birbirine benzetmeye çalışmak, kanımca doğru bir yaklaşım değil. Farklı renklerin olması her zaman daha değerlidir. Eğer kırmızıyı seviyorsanız, yeşili ve maviyi ancak kırmızıya çaldığı sürece seversiniz demek değildir. Birçok farklı renk, kendi doğal renginde bir arada olursa güzeldir. Örneğin kimse Gilels'i, Richter'e benzeterek dinlemez; ikisi de Rus sanatçılardandır ama her birinin kendine has özellikleri, yorumu ve yaklaşımı vardır.

*Fazıl Say'a son yıllarda yapılan saldırılar hakkındaki görüşünüz nedir?


Benzer bir soruya daha önce yanıt vermiştim, kısaca tekrarlamam gerekirse: Fazıl Say ya da bir başkasının olması önem taşımıyor; bu biçimde bir yaklaşımı, özgürlükçü düşünceye sahip her sanatçı, kendisine karşı yapılmış olarak görmelidir.

*Devletin sanata tutumunu nasıl buluyorsunuz?

Sanatın ve sanatçının ifade ve eleştiri yeteneğini kısıtlayan, denetim altına almaya çalışan bir yaklaşımı olduğunu düşünüyorum.

Sanata olan ilgi baskıyı getiriyor


*Sanata olan ilginin yetersiz olmasının nedeni sizce nedir?


Elimizde sanata ilgi olmadığına dair bir veri yok bence. Örneğin yeterli konser, tiyatro opera salonumuz var da bunlar boş mu kalıyor? Ülkemizde aktif faaliyet gösteren kaç adet senfoni orkestrası var? Bunlar boş salonlara mı çalıyor? Bu soruların yanıtı evet ise sanata ilgi yok demektir. Ama durum böyle değil. Sanata yeterince ilgi var ki bu tehlikeli görülüyor, denetlenmeye çalışılıyor ve sanata ilgi olmadığına dair bir algı yaratılıyor. Daha 5 gün önce bir köyden 30 ilkokul çocuğu, Karşıyaka Operası'nda oldukça ağır bir piyano resitalini pür dikkat izliyorsa, o yerde sanata ilgi yoktur denemez.

*Gelecek hedefleriniz neler?


Tek bir hedefim var: İyi bir insan olmak ve diğer insanlar için iyi şeyler yapabilmek.

*Hayatınızda 'şunu yapınca tamam' diyeceğiniz bir şey var mı?


Yaşam, yapılacak bir şey kalmadığına inandığınız an sona erer.