Gezi direnişini anlattığı 'Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek' belgeseli, Antalya Film Festivali'nde sansürlenen Reyan Tuvi, TAKSAV'ın davetlisi olarak İzmir'e geldi. Gezi ruhunu tekrar yaşamak ve hatırlamak isteyen sanatseverler belgesele yoğun ilgi gösterdi

İzmirli yazar ve belgeselci Reyan Tuvi gülüşü, duruşu ve insanlara karşı tutumu ile çok güzel bir kadın. Gösterimden önce kendisiyle bir söyleşi yaptık. Tuvi, belgeselinin gördüğü ilgiyle gönençli olmasına rağmen uğradığı sansür nedeniyle biraz buruktu.

-Sansürü nasıl tanımlarsınız ve sansüre bakışınız nedir?

Sansür eser sahibinin bağımsızlığını tamamıyla elinden alan bir şeydir. Biz belgeselciler filmimizi çekerken büyük oranda bağımsız olarak hareket ediyoruz. Aklımızı fikrimizi yani tüm düşüncelerimizi belgeselin üzerine yönlendiriyoruz. Ben sansürle ilk defa tanışan bir belgeselciyim. 2010 yılında Antalya Film Festivali'nde en iyi ilk belgesel ödülünü alan filmim, Beyoğlu polis karakolunda öldürülen Festus Okey'i konu alan bir belgeseldi. Tüm korkularından arınmış olarak ve vicdanım rahat bir şekilde yapmaya çalıştım belgesellerimi. Bu şekilde de yapmalıyım; aksi taktirde belgeselci olamazdım. Belgeselciler zamanın, tarihin nabzını tutarak, insanların hayatlarına tarihsel bir ayna tutarak yaparlar işlerini. Belgeselciler, hiçbir zaman üç maymunu oynamaya tenezzül etmeyen, son derece duyarlı insanlardır. Öyle de olmak zorundalar; aksi taktirde belgeselci olmaz, propaganda filmleri yapardık. Bir amaca hizmet eden filmler yapardık. Biz amaca hizmet etmiyor, vicdanımızla film yapıyoruz. Dolayısıyla sansür, ki ben bununla ilk defa tanıştım, sadece eser sahibini değil sansür uygulayanı da baskı altında tutan bir şey. Yani ben sansür yapılana da yapana da aynı derece de acıyorum. Sansür ile  hiçbir zaman sağlıklı bir şey çıkacağına da inanmıyorum.

-Kurul görevi olmadığı halde 'halkı kötü alışkanlıklardan sakındırmak, korumak' diye açıkladı gerekçesini veya kamuoyuna ilkin böyle yansıtıldı. Bazı yasal ve ahlaki kuralları gerekçe olarak gösterdiler.

Beni koruduklarını da iddia ettiler. Kurul, 'Ucuz kahramanlık yapamayız, aslında biz sizi koruyoruz' dedi. Etnik kimliğimi bile işin içine kattılar. Benim korunmaya ihtiyacım yok. Korunmaya ihtiyacım olsaydı belgeselci olmazdım.

Bir belgeselin bu kadar olay ve kamuoyu yaratacağı hiç tahmin edilmedi. Altı üstü bir belgesel başımıza bela mı yapacağız deyip harcadılar belgeseli. Sansürün her şekline karşı bir kamuoyu oluştu. Özellikle jüriler sansürün yapıldığı, sinemacı ve belgeselcinin baskı altında tutulduğu, bütün festivalin geleceğinin, festivalin yapılıp yapılmamasının tek bir kişiye yüklendiği festivalde var yer almak istemediler. Dolayısıyla çok büyük bir kamuoyu yaratıldı. Ben bu destekle festivalin hiçbir çabasını görmedim. Bu filmi almak için hiçbir çabası olmadı.

-Halkı bir filmden korumak normal bir şey mi?

Öncelikle sansürle mücadele etmeliyiz. Normaldir, anormaldir ayrı mesele. Tabii ki normal değildir. Bakın Antalya Film Festivali Kurulu benim belgeselimi sizlerden korudu da ne oldu? Daha çok insan seyretmek istiyor ve daha çok insana ulaştı. Belgesel yarışması kaldırıldı. Yazık olmadı mı? Ben belgeseldeki insanların düşünceleri ses bulsun, benim filmim unutulmasın, Gezi unutturulmasın diye oradaydım. Zaten bir festivalin görevi nedir? Filmi seyirciyle buluşturmak. Ben festivalin başka bir görevi olduğunu bilmiyordum. Başka bir görevi de varmış, benim bundan haberim yoktu.

-Sizin için bu durum can acıtıcı olmuş anladığım kadarıyla?

Çok zor oldu. Çok baskı, tepki vardı. Ama destek de vardı. Yaranmaya da çalışmıyorsunuz. Uzlaşmanın doğruluğuna inanıyorsunuz. Filmlerin izleyici ile buluşmasına inanıyorsunuz. Ama sansürde uzlaşma olmaz. Bunu deneyimledim.

-Bir olay içerisinde bir küfür bile olsa, eğer onsuz film veya belgesel eksik olacaksa, o filmde kullanılmalıdır diye düşünüyorum. Size yapılan davranış başka filmlere karşı sergilenmedi. Mesela 'Recep İvedik' filmleri önümüzdeyken...

Recep İvedik'te küfürler gırla giderken, hayatımızın içerisinde de küfürler gırla giderken yani toplumun her kademesinde, insanlar, koca koca adamlar birbirine küfrederken belgeseldeki küfrün dikkat çekmesi, bana bu küfrün bir mazeret olduğu, aslında filmin bütünüyle gösterilmemek istendiği hissini veriyor ister istemez.

Küfür taraftarı asla değilim. İki arada kalmış gibi hissettim. Ama tarihin bir döneminde olmuş bir olayı, Türkiye tarihindeki çok önemli bir direnişi eğer belgeliyorsanız, neyse onu veriyorsanız, burada otosansür uygulayamazsınız ve uygulamamalısınız. Kimi suçlayacaksın? Çekeni mi, küfredeni mi, onu çeken kameramanı mı, onu yansıtan yönetmeni mi? Bu böyle gider, bunun sonu yok. Az sansür, çok sansür diye de bir şey yoktur. Benim de deneyimim oldu. Benim ilk deneyimimdi. O nedenle çok bocaladım açıkçası bunun içinde. Bir festivalin sürekliliğine inanmakla birlikte belgeselin izleyici ile bağlantısının kesilmemesi gerektiğine inanıyorum. İzleyici asla cezalandırılmamalı. Ben bu nedenle mücadele ettim. Ben filmimi festivalden çekiyorum, yokum bu işte demek yerine bazen kalmak daha zor olabiliyor.

-Festivalde sadece küfürlü altyazıyı kaldırmak dışında belgeselin kurgusuyla bir oynama yaptınız mı?

Hiçbir şekilde. Ne mesajında ne ideolojisinde ne de anlatımında. Filmimde kurgulanmış, kesilmiş hiçbir şey olmadı. Demin de belirttiğim gibi sansürün azı çoğu yoktur. Eğer festival komitesi sizi arayıp sizden bir şey istiyorsa müdahale süreci başlamış demektir. Bir şekilde sansürle mücadele ederken sansüre zaten maruz kalıyorsunuz.

-Sinemacıların size verdiği destek, dayanışmaya da neden oldu mu?

Tabii ki desteğin iyi bir tarafı var ama sonuca bakın siz. Sonuçta ne oldu? Sonuçta belgesel yarışması iptal edildi. Belgeselciler filmlerini festivalden çektiler. Uzun metrajcılar, sansüre karşıyız diyerek yuvarlak bir şey söylediler, bir şey oldu orada. Sansür, ne derseniz deyin, farklı yüzleriyle karşımıza çıktı orada. Her sansür vakasıyla tek tek mücadele etmek lazım. Her biri farklı bir yüzle karşımıza çıktığı için, 'Ay sansüre karşıyız' deyip de bir felaket, hastalık gibi bakmakla bir şey olmuyor. Sansüre karşıyız, uzak durmalıyız diye değil, 'Bu sansürde bu oldu, bununla bu şekilde mücadele etmeliyiz' diyerek itiraz edilmeliydi. Biz öyle bir eleştiri ve özeleştiri alamadık. Mesela, eserlerin TCK'ya göre değerlendirilmesi yanlıştır diye bir özeleştiri almadık. Dolayısıyla biz ileride bir başkasının aynı şekilde yanma ihtimalini engelleyemedik. Sonuç olarak uzun vadede yararlı olacak istediğimiz sonuca ulaşamadık.

-O süreçte sinemacıların yer alacağı bir 'Sinema Merkezi' oluşturulma fikri öne atılmıştı. 'Bir fon oluşturalım ki filmlerimizi özgürce çekelim' denmişti. Bu konuyu inceleme ve takip etme fırsatınız oldu mu?

Bilmiyordum ama böyle bir oluşum kurulursa daima arkasında ve içinde olacağım. Biz belgeselciler ve sinemacılar olarak çok sıkı bir şekilde birbirimize bağlıyız. Her zaman bir araya gelip ortak bir karar vermeye çalışıyoruz.

-Bu projenin gerçekleşme ihtimali nedir sizce?

Tabii ki olabilir. Farklı farklı mücadeleler veriliyor; sinemacılar, yapımcılar, belgeselciler... Eğer bu gruplarla böyle bir sinema merkezi oluşturulursa gereken desteği veririm. Sonuçta bir elin nesi var, iki elin sesi var.

-Belgeseliniz insanlar tarafından ilgiyle karşılanıyor. Onlara ilham veriyor. Duygularınızı öğrenebilir miyim?

Bir tarafta belgeselin çıkmazını gördüm. Tırnak içinde bir sansasyon oldu. 30-40 kişinin seyredeceği bir belgeselken şimdi çok büyük kitleler tarafından seyrediliyor. Türkiye'nin her yerinde, tüm üniversitelerde seyrediliyor. Bu çok gurur verici. Genel olarak belgesellerin içine düştüğü çıkmazı da gösteriyor. Belgeseller seyirciye kolay ulaşmıyor. Seyirciye ancak festivaller aracılığı ile ulaşıyor. Ama bu koşullarda, böyle festivallerde değil.

-Belgeselinizin konusunu da oluşturan 'Gezi', insanlarda haksızlıklara karşı ayağa kalkma fikrini ortaya çıkardı. Gezi halkın halk olarak hissetmesini sağladı.

Halkın halk olduğunu hissetmesini, halkın birbirine güvenebileceğini ve ideolojilerimiz ne kadar farklı olursa olsun, aynı hak için aynı zulme karşı birbirimizle dayanışabileceğimizi gösterdi. Benim, 'Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek' belgeselimde bir karakterin dediği gibi, 'İlle başımızda bir çoban olmasına gerek yok.' Bizlerin birbirimizi anlayabilmesi ve birlikte barış içerisinde yaşayabilmemiz için ille bir aracıya gerek yok. Gezi bunu başlattı. Bu gezinin en önemli kazanımlarından biridir.

-'Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek' belgeselini neden yaptınız?

Bu belgeseli yapmak, benim görevimdi. Bir belgeselcinin içgüdüsel davranışıydı. Oraya, Gezi'ye gittiğimde aklımda belgesel yapmak gibi bir şey yoktu aslında. İçgüdüsel olarak elime kamerayı aldım. Belki bir gerçeği açığa çıkarmak, belki bir gün birinin ihtiyacı olur diye bunu belgelemek istedim. Benim hayattaki duruşum ve görevim bu, belgelemek. Belgesel benim için kendi direnişimdir. O direniş içersinde yaşadığım kırılmalardır. Öğrendiklerim ve önyargılarımın yok olmasıdır. Tıpkı belgeseldeki karakterler gibi, 'Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!' denen o duvar yazısına inanmaktır.

-Yeni bir çalışmanız var mı?

Ben toplumsal olaylara, sosyal durumlara bakmaya, kulağım ve gözüm açık olmaya devam edeceğim. Şu an da bu belgeselle çok doluyum. Benim için sansür dönemi, büyük bir vakit kaybıydı. Birçok yurtdışı festivaline başvuru zamanını kaçırdım. Yurtdışında da Gezi'ye büyük bir ilgi var. Yurtdışında da bizlerin, Türkiye'deki halkın nasıl bir direniş yapabileceğini, dayanışma içerisinde olduğunu da göstermek istiyorum. Dolayısıyla görevim olarak bu belgeseli yaymaya devam edeceğim. Şu anda bunun dışında başka bir projem yok.

-Bir gazetede gezi yazısı yazıyordunuz. Sizi yeniden okuma şansımız olacak mı?

'Reyan Tuvi ile Seyahat'. Seyahat yazarıyım aynı zamanda. Çocukluğumdan beri Anadolu'yu geziyorum. Anadolu insanını ve tüm Türkiye'yi çok iyi tanıyorum. Gezi yazıları benim için sadece turizm yazıları değildir. Aynı zamanda, Anadolu'yu insanlara tanıtmaktır. Sadece Paris'e gidilmez; Hakkari'ye de, Diyarbakır'a da gidilir. Bu topraklara ve bu ülkeye çok büyük bir tutkum var.

-Yine bir yerlerde yazarsanız, şöyle yapacağım, dediğiniz bir konu var mı?

Radikal kapanmadan önce Pazar 2'ye yazıyordum. Özellikle Gezi öyle kapsamlı ki 'Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek' belgeselinde her şeyi anlatamadığımı hissettim. Berkin'i, Medeni Yıldırım'ı, Zafer Cömert'i, özellikle kayıpları. O zamanlar onlarla doluyduk. Onlar hakkında ve insan hikayeleri yazmaya devam etmeyi düşünüyorum. Seyahat yazıları tabii ki yazarım. Serbest çalışıyorum. Yazı, fotoğraf, görsellik hep hayatımda olacak unsurlar.