Gökay Akgün-İzmir Ayakkabıcılar Sitesi'nde bir işçinin, aynı yerde çalışan Suriyeli işçiyi özne haline getirerek yaptığı 'eşek şakası', Türkiye'deki mültecilere yönelik tavrın yeniden sorgulanması gerektiğini bir kez daha gündeme getirdi. Mültecilerin eşit statüde yaşamasını savunan ve sorunun ortadan kalkması için kökten çözümler üretmek amacıyla faaliyet gösteren Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, 'Zorunlulukla Suriye'den göç edenlerin kalıcı olacağını kabullenmeliyiz. Eşit koşullarda birlikte yaşam mümkün' diyor

Suriye iç savaşının ardından, hükümetin göç etmek isteyenlere sınır kapılarını açma politikasıyla toplu halde aramıza katıldılar. O günden bu yana sayıları giderek artan ve yaklaşık 4 milyona ulaşan Suriyeli müteciler, artık bu ülkenin bir parçası. Üretimin her aşamasında, sokakta, tüketimde, kısacası hayatın her alanında bizimle birlikteler. Yalnız, bu birliktelik haklar konusunda yerini ayrılığa bırakıyor. Söz konusu güvencesiz çalışma, sağlıksız ortamlarda yaşamak zorunda kalma, eğitim ve sağlık haklarından yani temel insan haklarından yararlanma olduğunda işler değişmeye başlıyor. Türkiye'de yaşayan her meslek grubundan insanın, verdikleri emeğin karşılığını almakla ilgili sıkıntıları olduğu gerçeği, bazı kesimlerin 'zaten az olan ekmeği bölüşmek zorunda değilim' şeklinde düşünmesine yol açabiliyor. Sonrası da bildiğiniz üzere ırkçılık ve nefret suçu kapsamında değerlendirilecek söylem ve eylemlerle geliyor.



İzmir Ayakkabıcılar Sitesi'nde bu tür eylemlere örnek teşkil edebilecek bir olaya hep birlikte şahit olduk. Hasan Kartal adlı çalışan, aynı yerdeki Suriyeli çalışma arkadaşının karnına diziyle bastırdığı ve boğazını sıktığı bir fotoğraf çekti. Üstüne bu fotoğrafı sosyal medya hesabından 'Türk'ün Suriyeliye intikamı' notuyla paylaştı. Kartal, fotoğrafın altında yer alan yorumlarında da "İşe geç gelmenin cezasını kestim" diye yazdı. Paylaşımın sosyal medyada yayılması çok uzun sürmedi, tepkilerin doruğa çıkması da. Gözaltına alınan Hasan Kartal, yaptığının şaka olduğunu ifade etti. Serbest bırakıldı ama aynı yerde çalışan eşiyle birlikte işten çıkarıldı. Suriyeli işçi de işi bıraktı. İnfiale yol açan eşek şakasından geriye işinden olan üç kişi ve milyonlarca duyarlı insanın tepkileri kaldı.

İzmir'de faaliyet gösteren Halkların Köprüsü Derneği, olaya tepki gösterenlerin başında geliyor. Kuruluş amacını 'halklar arasında kamusal dostluk ve dayanışma duygusunu geliştirmek/güçlendirmek ve toplumsal-siyasal felaketler ve toplumsal bir felakete dönüşen doğa olayları karşısında halkların birbiriyle dayanışmasına aracılık etmek' olarak açıklayan derneğin üyeleri, olayın yaşandığı Ayakkabıcılar Sitesi'nde bir basın açıklaması yaparak, 'muzip' Hasan Kartal adına, şakaya maruz kalan Suriyeli işçi nezdinde tüm mültecilerden özür diledi.

Apaçık önümüzde duruyor; bu konu doğru ve kesin bir çözüme kavuşturulmadıkça ne eşek şakaları son bulacak, ne nefret söylemleri ve ırkçı hareketler. Çözüm için yapılması gerekenleri Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi ile konuştuk.

*Ayakabbıcılar Sitesi'nde yaşanan son olay, mültecileri rencide edebilecek davranışların tek örneği değil. Size göre bu tip olayların yaşanmasına yol açan nedenlerin başında ne geliyor?

Buna benzer münferit olayları ne yazık ki sık sık duyuyoruz. Mülteci karşıtlığına yol açan çok sayıda etken arasında en önemlisinin 'statüsüzlük' meselesi olduğunu ifade etmek gerek. İç savaş yüzünden yerle bir olan ülkelerini terk ederek yaşama ülkemizde tutunmaya çalışan Suriyeli göçmenler, burada 'geçici koruma' statüsündeler. Bu, onlara gerçekten bir hukuki koruma, hak arama imkanı sağlamıyor. Bu insanlar karın tokluğuna, çok kötü koşullarda ve her türlü kötü muameleye maruz kalarak yaşamaya çalışıyorlar. Yaşadıkları sıkıntıların son bulması için öncelikle statü kazanmaları gerekiyor. Türkiye'den Almanya'ya çalışmak için giden insanlarımız orada vatandaş olarak kabul edildiler. Yani Almanya devletinin vatandaşı olan her bireyle eşit haklara sahip oldular. Görüldüğü üzere bu, Almanya için bir felakete neden olmadı. Türk işçiler orada statüleri olmadan yaşamaya mahkum edilselerdi, asıl o zaman Almanya'nın kanayan bir yarası olurlardı.

*Türkiye'de, Suriyeli göçmenlerin bir an önce ülkelerine dönmesini isteyen ve bunu haykıran ciddi bir kesim var. Size göre ise sorunun çözümü onlara vatandaşlık hakkı verilmesinden geçiyor.

Ne kadar üzüntü verici olsa da, her yerde olduğu gibi bu ülkede de göçmen karşıtlığı aşmamız gereken bir duvar olarak önümüzde duruyor. Biz bu sorunun onları iç savaşın yıktığı ülkelerine geri göndermekle değil, onlara vatandaşlık statüsü vermekle çözüleceğini düşünüyoruz. Bir kere öncelikle gerçekçi olunması gerekiyor. Devlete göre, kabul edilen Suriyeli göçmenler 'misafir'. Yani bir süre sonra gidecekler. Bize göre bu gerçekçi bir öngörü değil. Suriye'den gelmek zorunda kalanlar burada kalacaklar. Tutunmaya çalıştıkları bu ülkede yaşamaya devam edecekler. Son derece insani bir politika uygulayarak sağ kalabilmeleri için bu 4 milyona yakın insana kapılarını açan Türkiye, yıllar sonra "Artık evinize dönün" mü diyecek? Türkiye'ye Suriye'den göç edenlerin birçoğunun burada kalacağını kabul ederek düşünürsek, büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bu tehlike, 'beraber yaşamanın zor olmasından' ya da 'birlikte yaşamın doğuracağı sosyo-ekonomik sonuçlardan' kaynaklanmıyor. Milyonlarca insana güvencesiz çalıştırılmaya uygun, sefalete mahkum kişiler olarak bakılmasından kaynaklanıyor. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için yapılması gereken de, vatandaşlık başvurusu yapabilmek için gerekli şartlara sahip olan mültecilerin, bizimle eşit statüde kabul edilmesi. Hükümetin şimdi yaptığı gibi parası, mesleği olan ayrımı yapmadan, bunu isteyen mültecilere bu hakkın verilmesi.



*Suriyeli göçmenlere vatandaşlık hakkının verilmesi durumunda statü sorunu ortadan kalkmış olacak. Peki, birlikte yaşam için bu yeterli olacak mı, 'Askerimiz El Bab'da şehit düşüyor, Suriyeliler burada kızlarla geziyor' diyenler nasıl ikna edilecek?

Göçüp gelmek zorunda kalan insanları 'Suriyeli' diye anıyor olmamız bile başlı başına problemli. Onların hepsi ayrı ayrı bireyler yani bir çuvalın içine koyup hepsi hakkında ahkam kesmek ve karar vermek söz konusu olamaz. Suriye'den gelenlerin tümünü birlikte değerlendirmek ve bir kanıya varmak büyük bir yanlıştır. 4 milyona yakın insandan sanki bir sürüymüş gibi söz etmek doğru olabilir mi? Tabii, herkesin gerekli hassasiyeti göstermediğinin, hatta göstermemekte direneceklerin de bu toplumda olduğunun farkındayız ve birlikte yaşam için toplumun sağduyulu tüm kesimlerinin mutabakatına ihtiyaç olduğu ortada. Çok sayıda insanla bir araya geliyoruz, görüşüyoruz. Bunların arasında Suriyelilere vatandaşlık hakkı verilmesi konusunu duymak bile istemeyenler de var. Çoğunun buna karşı çıkmasının nedeni içinde bulunduğu ekonomik şartlardan memnun olmaması. Yani içlerinde ırkçılık, nefret yok. Zaten ırkçı bir nefretle göçmenlere karşı olanların sayısı bu ülkede ciddi oranda olsaydı, yıllardır o ya da bu şekilde birlikte yaşamak da mümkün olmazdı. O sohbetler sırasında ekonomik sıkıntıların göçmenler yüzünden değil, yanlış politikalar yüzünden yaşandığını ve empati yapılması gerektiğini anlattığımızda birçoğu ikna oluyor. Suriye'den gelen mültecilerin 'emek mücadelesine' katılmasından Türkiyeli emekçiler neden rahatsız olsun ki?

*Kendileri 'üç kuruşa kırk takla atarak' çalışmak zorundayken Suriyelilerin 'yan gelip yatarak' devletten maaş aldıklarını, kendi çocukları üniversiteyi kazanmak için başını kaldırmadan çalışırken Suriyelilerin hop diye okullara kaydolduklarını, bunlar yetmezmiş gibi bir de seçimlerde oy kullanarak Türkiye'nin geleceğinde söz sahibi olacaklarını sanarak rahatsız olabilirler mi?

Göçmen karşıtlığında bu yanlış bilgilerin yeri kesinlikle çok büyük. Bıkmadan, usanmadan bu meselelerin doğrusunu topluma anlatmamız, gerçekleri öğrenmelerini sağlamamız gerekiyor. Türkiyeli bir işçinin, sistemdeki bozukluklar yüzünden üç kuruş kazanmak için kırk takla attığı doğru. Suriyelilerin yan gelip yatarak maaş aldığı ise yanlış. Onlara sadece uluslararası yardım kuruluşları ve devlet desteğiyle gıda yardımı yapılıyor. Marketlerden erzak alabilmeleri için kartları var, devletten maaş aldıkları yok.
Türkiyeli bir gencin, eğitim sistemindeki yanlışlar yüzünden üniversitede istediği bölümde eğitim görebilmek için başını dersten kaldırmadan çalışması gerektiği, hatta bunu yapsa bile işinin çok zor olduğu doğru. Suriyelilerin hop diye üniversiteye kaydoldukları ise yanlış. Suriye'de üniversite eğitimi devam ederken iç savaş yüzünden Türkiye'ye gelmek zorunda kalan bir genç, ülkesinde üniversite öğrencisi olduğunu belgeleyebilirse burada bir okulda devam etme şansı elde ediyor. Ancak belgeleri tamam olduğu halde, özel okullara dahi kabul edilmeyen çok sayıda Suriyeli genç var. Yani ortada bu açıdan adaletsizlik yok.
Seçimlerde oy kullandıkları ya da kullanacakları söylentisi doğru değil. Vatandaş değiller ki, nasıl oy kullansınlar... Ayrıca bize göre, bu ülkede yaşayan Suriyeli mültecilerin kendi geleceklerini de ilgilendiren bir seçimde oy kullanabilmesinde de sorun yok. Önce vatandaş olmalı, sonra da oy kullanmalılar. Tıpkı Türkiye'den Almanya'ya göç eden insanlarımız gibi.

*Statü sorununun kısa sürede çözülmeyeceği belli. Resmi kurumlar bu adım dışında, birlikte yaşama umudunun artmasını sağlayabilmek amacıyla neler yapabilir?

Türkiye, yıllar önce Bulgaristan'dan göçen yüzbinlerce insanı kabul etti. Burada onların kısa sürede ülkeye uyum sağlaması için topluca çaba gösterildi. Neticede o insanlar, kısa süre içinde Türkiye'deki yaşama adapte oldular ve eşit statüye alındılar. Suriye'den göç eden insanlara, buradaki yaşama ayak uydurabilmeleri için yardımcı olunması gerek. Bakın yıllardır buradalar ama 'dil bariyeri' hala onlarla aramızda duruyor. Türkçeyi öğrenmeleri için çaba sarf edilebilir. Böyle adımlar atıldıkça birlikte yaşamın önündeki engeller yavaş yavaş kalkacak. Halklar arasında köprü, empati ve ortak mücadeleyle inşa edilecek.