'Ölüme direnmek' için yazmayı sadece maddi anlama indirgemeden, çok daha geniş anlamda adlandırılması gerektiğini vurgulayan Avram Ventura, 'Ölüm bir şeylerin tümüyle yok olmasıyken, söz; yazıyla kalıcılaşır' diye açıkladı. Yazma eylemini yazarın ölümsüzlüğü olarak tanımlayan Ventura, 'Gelişen teknolojinin insan ilişkilerine de etkileri oldu. 40 yıl öncesiyle günümüzün kıyaslanmasında insan ilişkilerinin farklılaştığını gözlemliyorum. Dünya'nın varoluşundan bu yana sürekli bir şiddet olduğunu görüyoruz. Bunu aşmak için daha çok okumamız gerekiyor. Özellikle de gençlerin okuması çok önemli' diye konuştu.

Yazmayı bir paylaşma aracı olarak gören ve ömrünün 40 yılını yazmaya çalışarak geçirdiğini ancak kendisini hala bir yazar olarak görmediğini belirten 'yazma sevdalısı' Avram Ventura ile ofisinde yazma eylemi, hayattaki 'her an'ın önemini, ölüme direnmek için yazıyı seçmesi ve değişen insan ilişkilerinin toplumdaki etkisi üzerine konuştuk. 

-Yaşamın her anından kendinize bir şeyler çıkarmaya çalışıyorsunuz. Kitaplarınızda da bu ortaya çıkıyor. Yazmanın sizdeki tanımını açıklayabilir misiniz?

Yazmak benim için bir paylaşma aracı. Duygularımı, düşüncelerimi, okuduklarımı yani bütün bunları biriyle paylaştığım zaman bundan keyif alıyorum. Kitabımda, yazılarımda, konuşmalarımda da bunu hep belirtiyorum. Aslında ben kendimi bir yazar olarak nitelendirmiyorum. Ben bir yazma sevdalısıyım. Buradaki amacım, yaptığım okumaların ve çalışmaların bir şekilde boşa gitmesini engelleyerek, bunları bir başkasıyla da paylaşıyor oluşum.

-Bir kitabınıza girişiniz 'ölüme direnmek için yazmak'. Bunu okuduğumda çok dikkatimi çekti. Bu aynı zamanda kendi içinde bir şeyleri değiştirmek için de başkaldırı isteği değil midir? Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

'Ölüme direnmek' deyince bunu sadece maddi anlama indirgemeden, çok daha geniş anlamda adlandırmak gerekiyor. Ölüm, bir şeylerin tümüyle yok olması. Söz ise yazıya geçtiğinde mutlaka kalıcılaşıyor. Yazdığımız her şey mutlaka kalacak. Hele bugünkü internet ortamının bütün dünyaya yayılmış olmasıyla, ağzınızdan ve kaleminizden çıkan her bir sözcük mutlaka dünyada kalacak. İster mistik anlamda, isterseniz gerçek anlamda ele alın, arkamızda bırakabileceğimiz yazılı bütün metinler bizim 'ölümsüzlüğümüz' olacak. Bunu böyle de değerlendirebilirsiniz. Bir de adınızın yaşıyor olmasını da eklemeliyiz. 

-O zaman 'yazmak eylemi' varoluşsal bir eylem olmuyor mu? Yazmak, insanın varoluşunu kanıtlayan bir belge diyemez miyiz?

Yazmak, aslında bende varım diyebilmek. Sesini duyurmanın yanında bu durum kişiye göre de değişen bir eylem. Ben kitabımla ya da gazete yazılarımla bir şekilde okuyucuya seslenebiliyor ve 'varım' diyorum. Bu benim yaşadığım anlamına geliyor. Bu sayede aynı duygu frekansında buluştuğumuz insanlarla bir sevgiyi çoğaltıp, birliktelik oluşturabiliyoruz. Bunun yanında aynı duygudaşlığı yaşayabiliyor ve bunu istediğimiz şekilde çoğaltabiliyoruz. Bu nedenle yazmak eylemine 'sesini başkalarına duyurarak, varlığını göstermek' diyebiliriz. 

-Deneme, ülkemizde çok kullanılmayan ya da kullanılmak istenmeyen türlerden biri olarak yorumlanıyor. Deneme türünde çok sayıda eser verdiniz? Toplumun deneme türüne karşı bu kadar ilgisiz olma nedenlerini siz nasıl açıklıyorsunuz?

Bunu aldığımız eğitimin sonucu olarak görüyorum. Okullarda edebiyat derslerinde denemenin bir tür olduğunu, değişik türlerinin olduğunu, Batı'dan ne şekilde aldığımızı öğretmenlerimiz yeterli bir şekilde açıklasa ve bunu vurgulasa mezun olunduğunda bu türe çok farklı bakılabilirdi. Benim okulu terk etmemin üzerinden 40 yılı aşkın bir zaman geçti. İlk kez dergi aldığımda şiirler, denemeler, öyküler o kadar garip gelmişti ki! Çünkü biz okullarda hala 60-70 yıl önceki edebiyat türlerini okuyorduk. Bizim için çağdaş hiçbir şey yoktu. Ancak öğretmenlerimiz yeni şiir ya da deneme örneği okuduğunda alanla ilgili bilgimiz oluyordu. Bizim dışarıdan alıp beslenebileceğimiz farklı kaynaklar ve bu konuda bize örnek olabilecek öğretmenler de oldukça sınırlıydı. Görüyorum ki, benim çocuklarımda da aynı şey yaşandı. Gençler daha yeni yeni farklı arayışlara girdi. Belki de internetin daha etkin olması, çocukların araştırmaya daha eğilimli olmaları buna etki etti. Bir de bunun yanında denemenin edebiyatta oldukça farklı bir tür olmakla birlikte kesinde bir tanımı yok. Herkesin kendine özgü bir yazma şekli var. Bu tür, bir öykü ya da hikaye gibi değil.  Bir şeyi yazıya dökerek anlatmak istiyorsanız, bunun bir girişi, gelişmesi ve sonucu olacak. Bir romanda ise kurgu var. Her yazar, kendi türünü kendi yaratır. Her yazarın biçemi, olaya bakış açısı, okuyucuya yaklaşımı farklı olduğu için deneme, yazarına daha da özgü olan bir tür diyebiliriz.

Şiiri bıraktım

-Sizinle bu söyleşiyi gerçekleştirmeden önce sizi araştırdığımda uzun yıllardır deneme, köşe yazısı yazdığınızı gördüm. Bunun yanında şiire de ilginiz olduğunu ve kitaplarınız olduğu bilgisine ulaştım. Uzun zamandır şiirle ilgili bir kitap ya da paylaşımda bulunmuyorsunuz. Şiire olan ilginiz, halen sürdüyor musunuz?

Şiiri, çoktan bıraktım. Şiir türünde kendimi aşamadığımı gördüğümden dolayı noktayı koydum. Şiirde şairin sürekli kendisini aşması gerektiğine inanıyorum. Bu sanat dalında zorlasam belki kendimi aşmayı başarabilirdim ama istemedim. Çünkü şiiri yazdıktan sonra onu okutmak ve kitabı basmak için çaba harcayacaksınız. Belki de bu çabaya değmeyeceğini düşünüp, yazdıklarınızı bir kenara atacaksınız. Zaten şiiri yayınlatmak da oldukça güç. Diğer yazın türlerinde yayınlatma sorunu daha az yaşıyorum. Bununda etkisi olmuş olabilir ancak şiir yazmayı sürdürmeyeceğim. 

Anın kıymeti

-Dünyada çok hızlı bir tüketim olması ve her şeyin çok hızlı ilerlemesi 'hiçbir şeye yetişemiyoruz' hissi veriyor. Her anın kıymetli olduğunu yazılarında vurgulayan biri olarak bu durum hakkında neler söylersiniz?

Ben bu soruyu biraz önce de bahsettiğim teknolojik gelişmeler olarak cevaplandırmaya çalışacağım. Benim evimde birkaç yıl öncesine kadar kitaplığımın 2 rafını dolduran ansiklopediler vardı. Ana Britannica 24 ciltten oluşur. Bunun içindeki bir konuyu aramak benim kaç dakikamı ya da saatimi alır bilmiyorum. Oysa ki herhangi bir arama motoruna bir şey yazdığınızda bilgiler önünüze akıyor. Ayrıca bu bilgiler de sürekli güncelleniyor. Elimizdeki kitaplarda ise eski bilgiler mevcut ve bunları günümüze uyarladığımızda bilgi yanlışı olabiliyor. Günümüz gençlerine de eskide kalan ve durağan bilgiler yeterli gelmiyor. Sürekli olarak son gelişmeleri, bilgileri ellerinin altında tutmak istiyorlar. Ben bunu böyle değerlendiriyorum. Yaşadığımız çağın insanı, çalışma temposu içinde hiçbir şeye zaman bulamıyor. Fikirsel olarak da uğraşmak ve var olan konu hakkında vakit kaybetmek istemedikleri için hazır olanlardan yararlanıyorlar. Benim görüşüm bu yönde ama tabi yanılıyor da olabilirim.
 
-Kitabınızda 'Her anı önemsemek' konusuna ayrı bir önem vermeniz dikkatimi çekti. Her anın önemli olduğu düşüncesini biraz daha açabilir misiniz?

Bu konuda birçok denememin olmasının yanında çok sayıda da kitap yazıldı. Hatta 'Carpe Diem' ifadesi birçok yerde kullanılıyor. Geçmişle ilgili sadece anımsayabiliriz. Gelecekle ilgili tasarımlar kurabilir, planlar yapabiliriz. Ancak gerçek olan yaşadığımız an. Bu anı değerlendirdiğimiz zaman hiç değilse hayıflanmaları, keşkeleri hayatımızdan çıkarmış oluruz. 'Keşke bunu yapsaydım, o gün o fırsatı değerlendirseydim bugün daha başka olurdu, keşke şunu da yapabilseydim' gibi sözler sarf etmemek için bulunduğumuz anın farkına varmalı ve onu en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Bu durum bizim hem mutlu yaşamamızı hem de yaşama farklı bakmamızı sağlar. 

-Kitabınızın birinde bütün karşıtlıkların temelini ilk kıvılcımın oluşturduğunu belirtiyorsunuz. Dünyada yaşanan en temel sorunlarımızdan biri de insanların birbirlerine karşı yeteri kadar saygı göstermemesi değil midir?

Dünya'nın varoluşundan ya da kutsal kitaplardaki ilk öykülerden yola çıktığımızda bugüne kadar değişen bir şey olmadığını görürüz. Dünya'da 2 tane insan olduğunda biri diğerini öldürüyor. Bu ilk cinayet olarak da tarihe geçiyor. Düşünsenize, dünyada çok az sayıda insan var ve Kabil, kardeşi Habil'i öldürüyor. Günümüze kadarki din savaşlarının hepsini ele aldığımızda, özde ahlakı getireceklerini, iyi insanı oluşturacaklarını söylemlerini görüyoruz. Ancak bu öğretilerin bile birbirini bitirmek için kullanıldığını öğrendiğimde benim için artık söz tükeniyor. Bu durum gün içinde hatta her an karşımıza çıkabilir. Yin-Yang teorisinde belirtildiği üzere her iyinin içinde kötü, her kötünün içinde iyi var. Bütün bu karşıtlıkları biz hep içimizde taşıyoruz. Her an için bir iyilik yapacak olan ya da patlamaya hazır bomba olan aslında bizleriz. Yeryüzünün her yerinde hiç ummadığınız bir şekilde her an o değişimi görebilirsiniz. Bu bir sürpriz değil. Bugün Ortadoğu coğrafyasına baktığımızda, bir insanın inancının etkisiyle bir başka insanı nasıl öldürebildiğine hem şaşırıyor hem de inanamıyoruz. Ancak bu bize bir taraftan da insanın hiç değişmediğini de gösteriyor. 

-Bir kitabınızda İzmir'in Karataş semtini ele aldınız. Günümüzle geçmişi kıyasladığınızda sizce, temelde değişen durum nedir?

O kitap için benden son dönemi anlatmam istemişti. Ancak son dönem Karataş'ın görünümünde, yaşayış tarzında farklı bir şey yoktu. Ben onun yerine çocukluğumu anlatabileceğimi söyledim ve kitap öyle oluştu. O dönemle bu dönem arasındaki en önemli fark insan ilişkilerinde ortaya çıkıyor. Ancak o dönemde, teknoloji bu kadar gelişmemişti. İnternet, bilgisayar, cep telefonu, televizyon, buzdolabı hatta araba yoktu. Ama bütün bunların yanı sıra o dönemi güzel kılan insan ilişkileriydi. O dönemin yaşayış tarzının, bayramlarının, insan ilişkilerinin bu dönemden farklı olduğunu görüyorum. 2 katlı cumbalı evlerin olmamasına da üzülüyorum ama şu an apartmanlarda oturan insanlar aynı insanlar olmadığına daha çok üzülüyorum. O evlerde oturanlarla uzun süren bir ilişki, birbirini tanıyan, bilen ve bütün güzellikleri, mutlulukları paylaşan ve acılarına ortak olan insan kesimi vardı. Şimdi apartmanlarda bunu göremiyoruz. Kitabımda bunu anlatmak istedim. Sadece Karataş'tan söz etmiyorum. Şimdi oturduğum Alsancak'ta da durum farklı değil. Evvelden bütün mahallede kimin nerede oturduğunu bilirken, şimdi apartmandaki komşularımı bilmiyorum.

Dergilere yazıyorum

Denemeden başka bir türde yazmayı düşünüyor musunuz? Yazdıklarınızı, okuyucularla paylaşmak için farklı internet ortamını aktif kullanmayı düşünüyor musunuz?

Yazmayı sürdürürüm ama kitaplaştırılmasından emin değilim.Benim sürekli yazdığım 2 köşe var. İstanbul'da yayınlanan Şalom Gazetesi'nde ve İzmir Life'da köşe yazıyorum. Ben yazdıklarımı oralarda zaten paylaşıyorum. İnternet ortamını da kullanıyorum. Arkadaşlarımın talebi üzerine yazdıklarımı Facebook sayfamdan paylaşıyorum. Kitap ise bunların en son aşaması oluyor. O kitap hiçbir şekilde köşelerde ve Facebook'ta paylaşıldığı kadar ilgi görmüyor. Kitabın basılması bir aşama ama kitapçı rafına girip, okuyucuyla buluşması ise en zor aşaması. Bu yüzden emin olamıyorum dediğim süreç bundan kaynaklanıyor. Emin olamadığım sürece de kitap basmayacağım.

Gençler okumalı


Sürekli bir köşeniz olsa ve genç nesle buradan ulaşma fırsatınız olsa neler söylerdiniz?

Gençlere öncelikle oku derim. Okumadığında, zaten ne söylerseniz söyleyin bir şey ifade etmeyecek. Herkes gibi gençler de kendi deneyimin yaşamak zorunda. Bunu istediğiniz kadar öğütle yapmaya çalışssanız da kendi deneyimin yaşayamadan kimse emin olmaz ve hiç kimse farklı bir adım atmaz. Ama okuduğu zaman kimse ona bir şey söylemez. O okuduklarından alabildiğini alır, uygulayabildiğini uygular. Sonradan hata yaptığı zaman hiç değilse okuduğu bilgilerle kendi deneyimini yaşadığından dolayı onu değiştirme olanağına da sahip olacak. O nedenle ne kadar uğraşırsanız uğraşın herkes gibi günümüz gençleri de kendi deneyimini yaşayacak. Kendi deneyimlerini de okuyup, keşfederek yaşamalarının daha yararlı olacağı düşüncesindeyim. n Ali Budak


Sevdiğine bir şey karalayan kendini şair zannediyor

Türkiye'de kültür-sanat, edebiyat alanında daha fazla eser ortaya çıkması konusunda sizce ne gibi çalışmalar yapılabilir? Özellikle şiir kitapları alanında yapılan çalışmaların yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu durumun dünyada da çok farklı olduğunu sanmıyorum. Bugün o ünlü görülen birçok kişinin öldükten sonra ünlerinin çoğaldığını görüyoruz. Dünya'da şiir kitabının kaç sattığını düşünüyorsunuz? Bugün en ileride görülen ülkelerde bin şiir kitabı satıldığında başarılı sayılıyor. Bizdeki fark ise şairimizin okuyandan fazla olması. Dünyada herkes haddini biliyor ama bizde durum çok farklı. Azin Nesin söylemişti sanırım; Bizde her 4 kişiden 5'i şairdir. Herkes yazıyor. Sevdiğine bir şeyler karalayan bunu şiir zannediyor. Böyle olunca çok basite indirgemiş oluruz. Sivrilen kişiler tabi ki var. Ancak şiirde Türkiye'de kendini kanıtlamış sayısız baskılar yapmış şair sayısının 10'u geçip geçmeyeceğini bilmiyorum. Bir insanın bir konuda ehilim diyebilmesi için o alanda araştırmalar yapması, o alandaki kişilerin okumalarını tamamlamış olması gerekir. İnsanın önce kendini bilmesi gerekir.