Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı'nın cep telefonundan kutladığı kadınlar günü mesajında; "Güçlü Kadın, Güçlü Aile, Güçlü Türkiye" yazılıydı.  
Sözcükler ile olduramayacağımız gücümüz meydanda; 144 ülke arasında cinsiyet eşitliğinde Türkiye 131. sırada.
En başa yerleşen, "Kadın-erkek eşitliği fıtrata ters" düşüncesinin sonucu da diyebiliriz.
Başka deyişle; iktidarın/iktidardakilerin fıtratında eşitlik yok. Eşitlik yoksa adalet de yok!...
Ne kadar çok kadından yana olan varmış(!) dedirten bir yığılma gününe dönüşen bir 8 Mart daha arkada kaldı. Sevindirici olan, bu yıl kadın konusuna eğilen yazıların çoğalmasıydı. Sadece kadın değil, erkek yazarların da isyanı yansıdı satırlara. Kadının konumunun AKP iktidarı sürecinde gerileyişi ve sorunların katlanarak artışı rakamlara dökülerek paylaşıldı.

Bir de sokaklarda kalabalıklarla yankılanan kadın seslerine karışan, kadın özgürleşmesi üzerinden verilen mesajlar, "yaşam biçimimize dokunma" başlığına dönüştü. Tıpkı Gezi'de gençlere tutunarak ayağa kalkan Türkiye gibi!... Belli günler ve başlıklar, cenderenin dışına çıkarıyor toplumu. Belli bir süre nefes alıp yeniden cenderenin içine itiliyoruz. Cenderede tutulan fısıltılardan bir kısmı bu kadarsa, cenderenin dışına çıkılsa, ne çok diyeceği var toplumun?!... Düşünün, sıkıya alınmış halimiz bu!... Türk halkının düşünce iklimi çok geniş ve yönetenlerden çok ileride bir özgürlük anlayışı var. Toplumu ittiklerini sandıkları cendereden daha dar bir cenderede yaşıyor siyaset yapıyoruz diyerek toplumun siyaset yapma hakkını elinden alma gayretini sürdürenler.

Daha önce bir yazımda paylaştığım anıyı yeniden aktarırken, bu kez on yıl üzerinden konu edineceğim. Her konuşmamın sonunu; "Eşitlik Bakanlığı kurulsun" diye bitirdiğim konferanslardan birinde yine konu "kadın" ama panelin yöneticisi erkek... Konuk olduğumuz  üniversitenin yöneticilerinden biri. Konuşmacılar arasında Meral Akşener,  Melda  Bayer gibi isimleri eskimeyen eski bakanlar var.

Hepimiz konuşmalarımızı bitirdiğimizde, yöneltilen soru: "10 yıl sonra kadının durumu nasıl olur?" Yanıt sırası bana geldiğinde; daha yanıt vermeden, "burada siyaset yaptırmam" diyerek konuşmama izin vermemişti panel yöneticisi. Salon bir anda karıştı. Ben yanıt vermeden çıkmayacağımı söyledim. Bu kez bir işaretle mikrofonu kapattırdı. Yanıt verme ısrarımı sürdürünce, hemen plaket törenine geçmişti. Bunun üzerine salona dönüp, sessiz olurlarsa, mikrofona ihtiyaç duymadan soruyu yanıtlayacağımı ve yanıtlamadan yerimden kalkmayacağımı söylemiştim. Meral Akşener; "Tülay Hoca sözünü tamamlamadan ben de kalkmayacağım" demişti. Melda Bayer de, kalkmayacağını söyleyerek destek çıkınca, kargaşa içindeki salona hitap edebilme olanağı bulmuştum. Orada yaşadığımız, sorunun da yanıtıydı aslında.

Yıl 2008'di... Şimdi 2018. Su gibi akıp geçen on yılda istense neler yapılmazdı?!.. Demokrasiden giderek koparak otoriter anlayışı inşa ederken, büyük bedeller ödenen on yıl!... Kadını ille aileye hapseden anlayış yerine, toplumsal yaşamın her alanında eşitsizlikler giderilmiş olsaydı, kaç kadınımızın yaşamı olumlu yönde değişir; kaç kadınımız şiddetin mağduru olmazdı?
Güçlü kadını gerçekten istiyor muyuz? Rahmetli Türkan Saylan güçlü bir kadındı. Hasta hali ile evinden çıkarıldığı sabah hiç gözümden gitmedi. Toplum için var gücü ile çalışan bir Cumhuriyet kadını. Güçlü Türkiye'nin neferlerinden biri. O'nun şahsında, insan hakları, kadın hakları ve hasta haklarının nasıl ayaklar altına alındığına tanıklık etmenin utancı kaldı geriye. Bir cumhuriyet kadını olduğu, adından "çağdaş yaşam" geçen bir dernek kurduğu, cumhuriyetçi gençlerin yetişmesine katkıda bulunduğu, Türk kadınına örnek olduğu için hedefteydi. Onuru ile dimdik yaşadı ve onuru ile ayrıldı aramızdan, ona yaşattıklarımızdan dersler kaldı geriye!.. Güçlü kadın ve güçlü Türkiye için onun fotoğrafa ve O'nun gibi  mücadele veren kadınlarımızın fotoğraflarına iyi bakmak gerek!... Kimin nerede olduğu ve ne dediği değil, kimin ne yaptığı?!.. Söz değil, eylem!...
Bakanlıktan gelen mesaj, derin düşüncelere itti. "İtaat et rahat et" diyenin kabineye baş olduğu bir yapıda kadını güçlendirecek ne yapılabilir? Özgür iradeyi değil, iradenin kendiliğinden boşaltılmasını tembihleyen bir kültürde?!... Bir yandan okullara toplumsal cinsiyet dersleri konulsun deniliyor, diğer yandan kadını ayıracak pembe taksi, dolmuş, otobüs arayışları ile koruyor gibi tecrit eden arayışlar?!.. Kadına ilişkin abuk subuk fetvalar... Fetva verenlerin baş tacı edildiği TV programları...

Söz hakkımı gasp etmeye kalkışarak, oturumda bulunan AKP'li Bakan Güldal Akşit'e yarandığını zanneden, "siyaset yaptırmam" diyerek, kendisi siyaset yapan üniversite hocası(!) oturum başkanına rağmen salona söylediklerimde haklı çıkmayı istemezdim. Sadece o oturumda yaşananlara bakarak bile tahmin etmek zor değildi gidişi.  Aradan geçen on yılda, "kadın sorunu" çözüleceğine yenileri eklenerek katlanarak büyüdü. Çocuk kadınları konuşur oldu Türkiye. Tacizcilerin/taciz türlerinin sayısı arttı, sadece kadına değil, çocuklara musallat oldu tecavüzcü zihniyet.

Çözüm konusunda, on yıl önceden daha geride ama konuyu dillendiren olma konusunda zirvedeyiz.  Gözümüzün önünde tasfiye edilen tüm kurumlar ve değerler gibi, sahipleniyor gibi boşaltılışına tanıklık ediyoruz kadının haklar alanındaki kazanımlarının. Ve üstelik haksızlıkların yığılmasına katkı koyanların kadından yanaymış gibi sözlerine katlanmak zorunda kalarak!...

Geçen hafta yazımda; "Kadının gücünden korkmak yerine, kadını güçlendirerek toplumca güçlenmeliyiz" demiştim. Kadına kadın diyemeyip, "hanım", "bayan" diyenleri de eleştirerek... Yine geçen hafta yazımda, "Çocuk çocuktur! Çocuğa çocuk diyemeyen nedir?!" sorusunu sormuştum.
Gün boyunca spotlarda, "Kadına kadın, çocuğa çocuk denir. Nokta!.." deyişi dönerken; "aklın yolu bir" diye düşündüm.
Biraz aritmetik biliyorsak, eşitsizliğin kol gezdiği ve adaletin rafa kalktığı bir ülkede kadın güçlü olamaz.
Eşitlik Bakanlığı kurup, tüm alanlarda eşitsizliklerin giderilmesi çabalarına girişirsek, on yıl sonra hala sorunlardan değil, kadını güçlü, kadınla güçlenen Türkiye'den söz ederken; nelerin yapılması gerektiği değil, nelerin yapıldığından söz eder olacağız.

Önemli Not: Bu haftaki yazım CHP Tüzüğü üzerine olacaktı. Mesaj üzerine düşündüklerim ön aldı. Eğer duyumlar doğru ise ve Tüzük Kurultayı delegelerin dışında kimseye açık değilse, bugün var olan delege ve yöneticilerin tüzüğü çıkar ortaya. Üyeleri, örgütü, yarını bağlamaz. Hiç kalkışmasalar daha iyi olur. Parti bir yara daha almasın!...

Son söz: Türkiyem kayıptasın!... Bugünü, dün ile taçlandırıp, yarına umut taşıyamayan anlayışların tutsağısın!... Yarını (ön)göremeyenlerin bugünkü yerlerinin hesabı ile atılan adımların bedelini ödemeyi daha ne kadar sürdüreceksin?!..