İnsanlığın binlerce yıllık deneyimi sonucunda ortaya çıkan hukukun, sürekli gelişim içinde olduğuna, en zor koşullarda dahi çözüm yolu açacağına inanan bir hukukçuyum. O yüzden çokça 'iyimser' olarak nitelendirilirim. Adli yıl başlangıçlarını önemserim, o gün benim için umut ve güven tazeleme günüdür, meslektaşlarıma ve adliye çalışanlarına 'adil bir yıl olsun' dileğinde bulunurum. Geçen hafta yeni adli yıl açıldı, bu sefer umutlu olamadım, kendimi güvende hissedemedim.

15 Temmuz 2016'da gerçekleşen darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) halen devam ediyor. Memleket OHAL'i de aşar şekilde Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yönetiliyor. Darbe ile alakası olsun ya da olmasın tüm muhalifler üzerinde ağır bir baskı rejimi uygulanıyor. Masumiyet karinesi unutulmuş, yurttaşlar yargılanmadan mahkûm ediliyor, buna karşı hak arama özgürlüğü, hukuk güvenliği ortadan kaldırılmış durumda, sorunu çözecek olan yargı hukuki denetim görevini yapmıyor, bütün bunların üstüne 'Yüksek' Yargı başkanlarının sözleri, tavırları, duruşları hüzünlendiriyor.

Yönetimin hukuka uygun davranmasının en önemli güvencesi olması gereken, Şûrâ-yı Devlet adıyla 1868 yılında kurulan Danıştay'ın Başkanı, hukuka aykırı KHK'leri savunuyor, siyasi iktidar ile ana muhalefet arasındaki polemiğe dahil oluyor, hükûmet sözcüsü gibi konuşabiliyor. Bu tablo "Ankara'da Danıştay var" güvenini yok ediyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı selamlama görüntüsü ile kamuoyunun önüne geliyor. Anayasa Mahkemesi yasama ve yürütmenin işlemlerinin anayasal denetimini yapmaktan vazgeçmiş, temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen yurttaşların umut kapısı olmaktan çıkmış durumda. Yargıtay Başkanı, otosansürlü adli yıl açılışı konuşmasında yargıya olan güvenin azaldığından yakınıyor. Türkiye Barolar Birliği ve Barolar da etkisizleşmiş haldeler.
Diğer yandan OHAL'in uzatılması ve KHK'leri onaylamaktan başka bir şey yapmayan, yasama işlevini kaybetmiş olan Meclis, üyelerinin dokunulmazlığını kaldırıp, tutuklanmalarının yolunu açarak adeta harakiri yapmış durumda. Üçüncü büyük partinin genel başkanları ile milletvekilleri tutuklanırken, ana muhalefet partisinin bir milletvekili oldubittiyle mahkûm edilip tutuklanırken, bunlara çözüm bulmak yerine şimdiye kadar işletmediği 'devamsızlık' nedeniyle üyelerinin milletvekilliklerini düşürüyor.

İktidar yandaşı olmayan basına yönelik yoğun baskı uygulanıyor, Cumhuriyet gazetesi yargı operasyonu ile susturulmak isteniyor. Gazeteden ekmek yemiş, gazete sayesinde ün ve mevki kazanmış kişilerin iktidarla işbirliği ile Cumhuriyet gazetesinin yazarları ve yöneticileri tutuklandı, yaklaşık dokuz ayın sonunda yapılan birinci duruşma sonunda 7'si tahliye edildi; Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel ve Ahmet Şık'ın tutukluluğunun devamına karar verildi, bugün ikinci duruşma yapılacak.

2 Temmuz'da Büyükada'da [1] gözaltına alınan insan hakları savunucuları haklarındaki suçlamayı bilmeden halen tutuklular.
Yarın 12 Eylül, 1980 faşist darbesinin üzerinden 37 yıl geçti, darbenin hesabı sorulmadı, hukuku halen yürürlükte ve çok kötü şekilde uygulanıyor. 12 Eylül'ün çizdiği yolda 15 Temmuz'a gelindi, 15 Temmuz darbesi önlendi ancak, ülke yönetimi darbeci zihniyetin elinde.

Bu olumsuzluğu dağıtabilecek olan yargı da 'dik' durmuyor. Ondan hüzünlüyüm.
Hep hüzünle de yaşanmaz ki; bakarsınız bugün Silivri'den tahliye haberi gelir, bakarsınız umutsuzluk dağılır, bakarsınız memleketimin dağlarına bahar gelir, büyük ozan Ahmed Arif'in şiirinde olduğu gibi:
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...

[1] http://www.haberekspres.com.tr/hak-savunucusunun-hakkinin-ihlali-makale,5930.html