"Seçilmiş bir iktidar anayasayı rafa kaldırır, oyunun kurallarına uymaz, diktaya gider, demokratik hak ve özgürlüklerini kullananlara zulmeder, muhalefete kumpas kurar, ülkeyi vatan cephesi-düşmanlar diye böler ve milleti birbirine kışkırtır, ortada göstermelik sandık görüntüsü kalırsa... Seçimler için demokratik bir kamuoyu ortadan kaldırılmıştır ve sandık manipülasyonları gündemdedir.. Şüphesiz ki böyle bir durum ülkede direnişe götürür. Çeşitli kesimler sokaktadır. Seçim olsa bile ne önemi var düşüncesi yayılır. Toplum sokulmak istendiği cendereye sığmaz.. Ordu darbe yapar.. (27 Mayıs'ı anlatıyorum yanlış anlamayın.) Kurulu düzen bozulmuştur.. Ama bu düzeni bozan aslında ne halktır ne de ordu. Bozan iktidardır. Oyunun kuralını çiğneyince, iktidarın seçilmişliği mi kalır? "Aman seçilmiştir susalım, yapacağını yapsın, hepsi hakkıdır..", kim der?"
Bu satırlar, Orhan Bursalı'nın "Demokratik Darbe"  başlıklı yazısından...
"Sivil hükümetin demokrasiyi otokrasiye dönüştürebileceğinden ve dönüşmüş düzende kendisinin meşruluğunu sağlayan düzenin bozulmuş olmasından hareketle, bozulmuş oyunda seçilmişlerin meşruluğunun sorgulanması gerekirken, "seçilmiş  her istediğini yapar" anlayışının kabullenilmesi, sivil vesayete boyun eğilmesi anlamına gelmiyor mu?" diye eklemek istiyorum.

***
 
"Vesayet"i sorguladığım bir yazıda; "Vesayeti askerle özdeşleştirme; sivil vesayetin zamana yayılan kurumsallaşmasının yolunu açan en önemli yanlışıdır Türkiye'nin" Her geçen gün ağırlığını hissettiren bu vesayetin ne zaman sona ereceği belirsizdir üstelik. Türkiye fiilen tek parti ile yönetilen bir ülke artık ve (güya) seçimle oluşturulacak kurumların başına kimlerin geleceğinin hesabı da önceden yapılan bir ülke. İktidardaki partinin tepesinde yer edinmiş üç-dört kişinin hangi kurumların başına geçeceğinin beyinlere önceden yerleştirildiği bir ülkede, onların dışında hiç kimsenin şansının olmadığının da itirafı yapılıyor demektir. Seçim tüm rejimlerde var, tercih hakkı sadece demokrasilerde: Kimin cumhurbaşkanı, kimin başbakan olacağını önceden belirleyenler seçimlerin göstermelik olduğunu da önceden kabul etmişlerken hangi demokrasiden söz etmekteler?..." tespitini yapmıştım. Başka bir yazıda da; "Hesaplaşmanın tırmanışının geldiği noktadan bakınca, sürecin bizi demokrasiye değil, ne zaman sona ereceğini bilemediğimiz sivil dikta rejimine doğru sürüklediğini daha net görebiliyoruz. Hele yargının bağımsız olmadığı algısı giderek yerleşirken anayasa yapmak, "toplumu sözleştirmekten" çok "suskunluğu pekiştirmek" anlamı taşıyor" diyordum.

***

Bugün ne yazacağımı düşünüyordum ki; askerlerin kumpasında hepimizin aldatıldığını öğrendim. Kimler aldatıldı, kimler aldattı bliemem ancak, bildiğim tek şey biz ne aldandık, ne de aldattık... Yazdıklarımız ortada, hep bir kumpas olduğunu söyleyenlerdendik. Askeri karalamaya çalışan sürecin yanlışlığını, vesayet üzerinden askere yüklenmenin yanlışlığını, vesayetin her türlüsüne karşı olmak gerektiğini yazanlardandık. Gerçek o kadar görünürdü ki, kurgu olduğu belli olan bir süreç işletiliyordu. Bu kurguyu açıklayan yazılarda adaletin yok edilmesinin sakıncalarını, bunun güçlü gibi görünenler için de gelecekte yaratacağı sıkıntıları anlatıyorduk hep...
"Haksız tutukluluklar, hukuk devletinin yasa ile yok edilişi, devletin temel çatısını ortadan kaldıracak anayasa çalışmaları, ayrılıkçı söylemlerin yayılışı, kimliklerin ortaya saçılışı üzerinden yürütülen ulusalcılık karşıtı politikalardan, özelden kamu sektörüne kadar mali denetim yolu ile kurulan baskılardan, toplumsal yaşama müdahale eden düzenleme ve fiili uygulamalardan yılmış olan toplumda muhalefet özlemi çığ gibi büyüyor."
"Her tutuklamadan sonra sırada hangi isimlerin olduğundan söz ederek yeni tutuklama beklentisine giren bazı köşe edinmişlerin, yargıç, savcı, avukat rolüne soyunarak adaletten nasiplenmemiş anlayışları ile demokrasiden söz ediyor olmaları midemi fena halde burkuyor. Felaket ve tutuklamaların beklentiye dönüşüp alışıldık bir duruma dönüştürülerek normalleştirilmeye çalışıldığı bu anormal süreç ve itilmeye çalışıldığımız yalnızlık sizlerin de midesini burkmuyor mu?" demişiz farklı başlıklı yazılarda... Gerçeği gören, gösterenlerden içinde olmuşuz... Demek ki; toplumun tümü aldatılamamış... Demek ki o süreçte yönetimde bizler gibi düşünen birileri olsaydı, aldatılamayacaktı ve kimse de bedel ödemiş olmayacaktı...

***

Adaletin gerçek adresi hukuktur... Hukuktan dolanarak gidilen yol ile adaletten uzaklaşılır... Bu konu burada noktalanamayacak kadar derin. Bu konuya devam edeceğim, çünkü ortada bir vebal, bir bedel var... haksız yere hüküm giydirilen, tutuklanan, cezaevlerinde hastalanan, ölenler ve yakınlarının yaşadıkları bunları görmezden mi geleceğiz?
Bakınız süreci yaşarken nasıl özetlemişim: Kiminle konuşsam, "Beni dinliyorlardır", bazıları beni uyarıyor; "Hocam, sizi dinliyorlardır" diyor. "Neden dinliyorlardır?" diye sorduğumda; "Siz muhalefet ediyorsunuz" yanıtını alınca, muhalefetin demokrasinin asli unsuru olduğunu, iktidarın her rejimde olduğunu, iktidarın almış olduğu biçime göre rejimlerin farklılaştığını, otoriter rejimlerin de biçimleri olduğunu anlatır buluyorum kendimi. İstedikleri bu ise eğer, korku ve kuşkuyu yaratabildiler. Herkes Türkiye'nin yarını için kaygılı ve umutsuz. Herkes Eruygur Paşa'nın cezaevinde olmasaydı, bugün sağlıklı bir şekilde aramızda olacağından söz ediyor, Tolon Paşa ve diğer tutuklular için kaygılar dile getiriliyor. Kamu vicdanı sızlamayı bırakmış, kanamaya başlamış durumda. Daha düne kadar vatanın şerefli evlatları olarak aramızda ve saygın kişiler iken bugün sağlık sorunları ile boğuşuyor olmalarını, onların şu anda bulundukları yeri sorgulamalarıyla bağlantılandırmayan kimse yok gibi. Emekli askerlerimizin tutuklu olduğu operasyonun bir parçasına eklenen Nurseli İdiz'in salıverildikten sonraki sözleri çok önemli. "Paranoyak oldum. Kendimi çıplak hissediyorum. Artık cep telefonu kullanmayacağım" sözleri özgürlüklerimizin, kendi özgürlüğümüzden bizi vazgeçirtecek derecede indirgendiğinin bir göstergesi. Anlaşılıyor ki, haberleşme özgürlüğümüz artık yok!.. Sıradan vatandaş dinlendiğini ve tutukluluk sırasının kendisine ne zaman geleceğini düşünmeye başlamışsa, siz bu rejime hâlâ demokrasi diyebilir misiniz?
Devam edeceğim...