Geçenlerde bir kitapta okumuştum. "Emperyalizm bir ülkeye hakim olmak istediğinde, ilk önce oranın aydınlarını, kendi değerlerinden utandırır." Bunu sistematik olarak yapar. Yıllar, belki de yüzyıllar geçtikten sonra, o ülkenin insanları, kendilerinin ne kadar geri, Batılıların ne kadar ileri olduğunu tartışmasız kabul eder, ve geçmişinden kopar.

Oysa, her ülkenin kendi geçmişinde, güzellikler de vardır; çirkinlikler de vardır. Marifet, gelişen teknolojilerle, geçmişin olumlu unsurlarının sentezini yapmaktır.

Batı insanı genelde, ilgisizlik ve yoğun propagandanın etkisi ile, kendinden olmayanlara karşı ön yargılıdır. Ama uzaktan bakınca, Batı insanının genelde gözümüzde büyüttüğümüz tutum ve davranışları vardır; çoğumuz kabul ederiz, hatta gıpta ederiz. Adamlar ne kadar disiplinli, ne kadar tutarlı deriz. Veya okumaya meraklı, düzeni bozmuyorlar, kurallara uyuyorlar, deriz. Olaylara bilimsel yaklaşıyorlar, objektif kararlar veriyorlar deriz. Belki gündelik olaylarda öyledir de... Ama, bu ayrı şeydir, devletlerin uzun dönemli stratejileri ayrı şeydir

İngilizceyi ilk öğrenirken, o zamanki Anglosakson okuma kitaplarında bir öykü vardı. Güya, İmparator Şarlman o zamanki Halifeye bir çalar saat gönderir. Halife saati eline alır, bu nedir diye incelerken, zamanı gelir saat çalmaya başlar. Halife korkar, saati elinden fırlatır ve kendisini yatağının altına atar. Oysa, olayın aslı böyle değildir, şöyledir: Halife Harun Reşid, Şarlman'a bir çalar saat gönderir. O devirde Avrupa bunu bilmiyordu. Saat çalınca, "bunun içine şeytan girmiş" diyerek, Şarlman saati adamlarına parçalatır. İşte bir olay da yukarıdaki okuma kitabında verildiği şekliyle, bu kadar çarpıtılıp tersyüz edilmiştir.

Oysa, bugünkü araştırmalar gösteriyor ki, Ortaçağ'da, birçok buluş İslam bilginlerince bulunmuş, yıllar sonra Batılılar bunları almış; Ama Doğudan aldıklarını da saklamışlardır. Örneğin, 11. Yüzyılda El Biruni dünyanın eylem ve boylam derecelerini 6 dakikalık küçük farklarla hesapladı. Hataları ancak 20. Yüzyılda düzeltildi. İbni Sina'nın yazdığı tıp kitabı, 19. Yüzyıla kadar Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuldu. Ancak, kitabın yazarı olarak Avicenna adını kullandılar ki, doğulu olduğu belli olmasın. MS 950'de Ebu Cafer el Hazin, ilk kez üçüncü dereceden denklemi çözdü. İbnü'l Heytem ise 11. Yüzyılda bir optik problemini dördüncü dereceden denklemle çözdü. Rene Descartes, Franz Von Schooten ve Edmund Halley'in 17. Yüzyılda bu konularla ilgili kitap yazdığını biliyoruz. Bugünkü Batı Uygarlığının temelinde Endülüs'ün bilgi birikiminin ne büyük rol oynadığı da yeni yeni dillendiriliyor. Daha çok örnek verilebilir. Bir de, Kur'an-ı Kerim'in Yasin Suresi, 40. Ayete bakalım: "Ne Güneş Ay'a erişebilir; ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Çünkü hepsi uzayda kendi yörüngelerinde yüzerler."
Galile, Kepler ve Kopernik yüzyıllar sonradır.

Bu ve bunun gibi konular sıradan bir batılı tarafından bilinmeyebilir. Çünkü onlara o şekilde öğretilmemiştir. Ama hazindir ki, bizim insanlarımız da, bu gerçeklere yabancı kalmıştır. Neyse ki, yavaş yavaş gerçekler ortaya çıkıyor. Frankfurt Goethe Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Fuat Sezgin, "Modern bilimin kuruluşunda Müslüman Doğu'nun payı nedir?" sorusuna yılardır yanıt aramış; ve bulgularını yayınlamıştır. İslam bilginlerinin icadı olan 800 alet ve makinayı, kitaplarda yer alan şekilleriyle yaptıran Prof. Sezgin, bunları müzede sergilemektedir. Bu koleksiyon Türkiye'de de sergilendi, ama yeterli ilgiyi görmedi.

Belki de Batının, gerek politikada, gerekse kültür alanındaki yıllardır sürdürdüğü yoğun bombardıman, bunu perdelemiştir. Yine de, bundan 40-50 yıl öncesinin Türk aydınında görülen, Batı karşısındaki eziklik, giderek azalıyor diye düşünüyorum.