Kesinlikle cinsiyet ayırımı yapmak gibi bir amacım yok. Söyleyeceklerim bütünüyle erkeklerin kendine özgü artık şans mı diyeyim yoksa şanssızlık mı olarak tanımlanacak durumları ile ilgili.
İnsanlarımızın bir amaca yönelik bir arada olma durumlarında belli bir farlılık olmalı. Biz erkekler kadınlara göre daha şanslıyız. Şu askerlik olayından söz edeceğim sizlere: Öyle değil midir? Okul çağlarında başlayan birliktelik yani toplu yaşama üniversite eğitiminden sonra biter gider. Yıllıklar hazırlanır sonra her birimiz bir yana uçar gideriz.
Ama erkekler için bir başka şans daha vardır. Son toplu birliktelik başlayacaktır. Askerlik anıları unutulacak gibi değerlendirilemez? Hele eskilerde yani askerliğin uzun sürelere yayıldığı zamanı hatırlayacak olursak nice anılar birikmiştir o günlerde.

Askerliğimi 1965-1967 yılları arasında iki sene süre ile yaptım. Bu iki yılın ilk altı ayını Polatlı Topçu ve Füze Okulu'nda yedek subay adayı öğrenci olarak geçirdik. Askeri tanımlamaya göre üç bölükten oluşan öğrenci taburunda üç yüzü biraz aşkın gençlerdik. Bir görmeliydiniz; üniversiteleri bitirmiş o kocaman kocaman adamların nasıl çocuklaştıklarını. Yemek masalarında zaman zaman ufak tartışmalar bile yaşanırdı. Aslında incir çekirdeğini bile doldurmayacak kadar küçük nedenler yazdığım gibi o kocaman adamların çocuklaşıp gerginlikler yaşanmasına neden olabiliyordu.
İşte yazımın başlarında değindiğim konuları, bu son toplu ve birlikte yaşama günlerinden kalan anılar olarak değerlendirin lütfen. Ben zaman zaman döner evimde sakladığım dönem albümünü gözden geçirip avunurum.

Okul dönemine ait altı aylık birliktelik bitince törenle asteğmen rütbelerimizi taktık. Kısa bir tatilden sonra asıl görev yerlerimize dağıldık. Açıkçası ben bu konuda oldukça sıkıntılı sayılabilirdim. O günlerin Türkiye'sinde tayin kurasını memleketinden en uzağa çekenlerden biri ben olmuştum. Öyle değil midir? Bir İzmirli olarak Ardahan'da Topçu Tabur Komutanlığı emrine tayin edilmiştim. Nişanlıydım, artık durumumu siz değerlendirin. Ardahan'daki birliğime geldiğimde aynı dönemden bir başka arkadaşım daha olduğunu öğrendim. Bülent Yalkı İstanbulluydu, o da nişanlıydı. Okuldan tanışıklığımız yoktu ama daha ilk günden kanımız ısındı, ne de olsa kader arkadaşıydık.

Bülent; son derece alçak gönüllü bir İstanbul efendisiydi. Az konuşur olmakla birlikte çok tatlı muhabbetlerimiz olduğunu anımsıyorum.
Bu arada Tabur Komutanımız Rahmetli Fuat Kundak'tan söz etmesem geçmişe haksızlık yapmış olurum. Amerika'da topçu okulunda eğitim görmüş Kore'deki Türk Tugayı'nda görev almış bu sevgili yarbayımız bende her zaman olumlu anılar bırakmıştır. Nasıl bırakmasın ki; hoşgörüsünün sınırı bir askeri kişinin çok ötesindeydi. Ondan ne kelimeler öğrenmiştik şaşar kalırsınız. Kaşalot, zatturu zutturu, antrfinton gibi kelimeler aklımda kalanlardan bazıları olmalı. Bunları neden yazıyorum, onu da anlatayım sizlere. Birifing yapardık orada, komutanımız çoğu zaman bu kelimelerle bizlere hitap ederdi. Benim dönem arkadaşım Bülent bayılırdı yarbayımızın bu konuşmalarına. Boyuna tekrarlar dururdu. Bülent'in de kendine özgü benzer bazı deyimleri vardı. İzninizle o deyimlerin bir örneğini yazımın sonlarına doğru yansıtacağım sizlere.

***

Şimdi gelelim asıl sorunumuza. Bizim ülke olarak bu Katar tutkumuza ne demeli? Uçaklar hediye edilir, biz Katar'da askeri üs oluştururuz, Katar, Asya Futbol şampiyonasında şampiyon olur; Sn. Cumhurbaşkanımız hemen tebrik mesajları gönderecektir. Yandaş medyamız hemen ilk haber olarak kullanırlar bu tebrik mesajlarını. Çok merak ediyorum; söz gelimi Fransa Avrupa Şampiyonu olduğu zaman böylesi tebrik mesajları gönderilmiş miydi? Gönderilmiş olsa bile medya kurumlarında yer aldığını anımsamıyorum.

Sn. Cumhurbaşkanımızın söyledikleri çok ilginçtir: Küresel sermaye olarak değerli dostum, kardeşim Katar Emiri Şeyh Temim'e şahsım ve milletim adına şükranlarımı ifade ediyorum. Burada bir Katar ve Türkiye işbirliği var. Bu işbirliği gerçekten her iki ülkenin kazan-kazan esasına göre geleceğe yönelik örnek bir adımıdır.

Türkiye-Katar işbirliği güçlenmeye devam edecektir. 15 Temmuz darbe girişiminden ağustos ayında yaşanan kur saldırılarına kadar hemen her konuda Katarlı kardeşlerimizin ülkemizle sergilediği dayanışmayı asla unutmadık, unutmayacağız. Bundan sonra da savunma sanayinden ticarete, turizmden enerjiye kadar Türkiye-Katar işbirliği güçlenmeye devam edecektir.
Bu tür şeylere kusura bakmasınlar biz prim vermeyiz. Kaldı ki burada yapılan iş özelleştirme de değildir; işletme hakkının belli şartlar, belli süreler, belli kısıtlamalar karşılığında BMC'ye devredilmesidir. İşletmeyi devralacak firma mevcudu korumakla kalmayacak yeni yatırımlar ile fabrikayı daha da güçlendirecektir. İnşallah bu sürecin sonunda sadece işçilerimiz değil, silahlı kuvvetlerimiz ve milletimiz de kazançlı çıkacaktır. Kaybeden ise sadece ve sadece yalan, kışkırtma ve iftira üzerinden siyaset yapmaya çalışan kifayetsizler olacaktır" şeklinde konuştu.

Sonuçta; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söyledikleri ve yineledikleri  bana göre eşsiz bir demagoji örneğidir, İşte bakın neler söylenmiş bu konuda? "Sakarya'daki 1. Ana Bakım Fabrikası'nın satılmayacaktır, yalnızca  işletme hakkı devredilecektir."

MHP Genel Başkanı Sn.Bahçeli durur mu? Şimdi de onun Sakarya'daki Tank Palet Fabrikası'nın özelleştirilmesi ile ilgili neler söylediklerine bakalım mı? "Satış yokken var demek yalandır. İşletme hakkının devir işlemleri sürerken Katar ordusu aldı demek sahtekarlıktır" diye konuştu. Ama söyledikleri bu kadarla da kalmadı. Bakınız daha neler var:
"Dün sabah emeli belli, hedefi belli, varmak istediği yer belirgin olan malum bir televizyon kanalında CHP Genel Başkanı'nın şahsımla ilgili değerlendirmelerini ibretle izledim. Milliyetçilik konusunda kestiği ahkamı, kırdığı potu, döktüğü aklının dibini gülümseyerek takip ettim.

Sayın Kılıçdaroğlu yine yaş tahtaya bastı, yine baltayı taşa vurdu, bir kez daha açığa düştü! Gerçi bu gibi durumlar onun için öylesine olağan ve otomatiğe bağlanmıştı ki, haline ne acıyan ne de haksızlığını araştıracak kalmıştı. Ancak haksızlık karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır.
Aklına eseni konuşan hak ettiğini bulur, lafın okkalısını duyar. Sayın Kılıçdaroğlu'nun milliyetçilik tarifi körün fil tarifine tamamıyla uyar. Virane zihninde milliğin kırıntısı dahi olmayan birisinin bize milliyetçilik hatırlatması yapması zeka özrü değil, zilletin zehir tesiridir"

Bu konuşmaları dinledikten sonra satılmakla işletme hakkının devredilmesi arasındaki farkı ben pek ayırt edemedim. Olsa olsa aklıma ilk kez askerlik arkadaşım Bülent'en duyduğum o söz aklıma geliyor. "B.k değil Kaka".

Esenlikle kalınız...