Umudu, gelecekle ilgili düşleri giderek kaybolan, mutsuz yığınlara dönüşmüşlüğümüzü ve bundaki paylarını sorgulaması gerekenler, toplumun sorunlarına çare üretmesi, değmesi, dokunması gerekenler, tartışma başlıkları ile oyalayıp oyalanarak seçildikleri süreyi doldurma çabasındalar. Çevremizde çoğalan aşırılaşan hırs ve "ben" egosunu ve bunun "biz" duygumuzu ne kadar tahrip ettiğini görmezden gelerek çözüm üretemeyiz. Genel bir bozulma halinin siyasette üretildiği gerçeği ile birlikte çekmeliyiz toplumdaki umutsuzluk ve mutsuzluğun fotoğrafını.
Bakanlık ve kadın olma durumu arasında ilişki kurularak yürütülen polemik, siyasette düzeyin dibe vuruşu kadar, toplumun da düzeysizliği tolere eder hale getirilişi açısından vahim.  Sapık kelimesi sokakta eleştirilirken, siyasetin zirvesine yerleştiği bir ülkede yurttaşların birbirlerine ifadeleri, davranışları nasıl etkilenir? Devlet adabı denilen nasıl da yok edildi?!... 

Rejimi başkalaştırmak isterken, devleti var eden felsefeyi yok etmek isterken, devletin ağırlığını da yok etmeye kalkışmak, o ağırlığı taşıyamamak anlamına gelmez mi? Ya da gün gelip bu ağırlığın altında kalmak?!..
Toplumda giderek kabaran egoyu, siyasetteki rol modellerinden koparmak mümkün değil. "Biz böyle değildik" diye yakınarak eleştiren bir esnaf, orta okul terk olduğunu söyledi. Onu yönetici yapsak, devletin saygınlığına söz gelmesin diye helak olacak. Ortaokul terk esnaf bile devletin ağırlığının korunmasının farkında!...
Ensar Vakfı, çocukların korunması için kurulmuş vakıf gündeme çocuklara tecavüz ile geldi. Vakfın adını duyamayanlar bu sayede duydular.  İktidar kanadı; aile, dolayısı ile toplumun tümü, kadın, erkek, çocuk, hepimiz ile ilgili sosyal yükümlülük yüklenmiş Bakanlık aracılığı ile vakfı ensar (koruma) altına aldılar. Bakanın cinsiyeti ile öne çıkan polemiği Bakan başlattı, "Bir kere rastlanmış olması..." cümlesi ile, "bir kereden bir şey olmaz, vakıf, tecavüze uğradığı iddia edilen 45 çocuktan değerli" anlamına gelecek söz edince, günümüz siyasetinin bilinen yaranmacı yönü, görünürlük kazanmakla kalmadı, siyasette son on yıla damgasını vuran üslupta düzeysizlik tavan yaptı. Bakanın kadın olması üzerinden tartışmaların farklı bir yöne taşınması daha vahim olmuştur.
            
Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu'nun, AKP'li Bakan'ı 17/25 Aralık yolsuzluk süreci ile anımsattıracak sözünü, başka bir AKP'li ama kadın Bakan için kullanması, söylemdeki ironi yerine, yandaş medyanın da desteği ile dikkatler kadın olmaya çekilince, bu çok önemli konu, iktidarın en fazla sevdiği ve kullandığı, "tartışma" alanına çekilmiş oldu. Tecavüzle gündeme gelen vakıf yerine,  Kılıçdaroğlu'nun söylemi tartışılır oldu. Kamuoyunun dikkati ağır üslubu olan iktidar kanadından, muhalefete geçti. Kılıçdaroğlu, düzey sorgulaması yapan olmak yerine, siz bu dilden anlıyorsunuz demeyi seçince, Türkiye'de muhalefet ile iktidarın söz söyleme keyfiyetinin sınırlarının kimler tarafından kontrol edildiğini bir kez daha deneyimlemiş oldu. Haklı olduğu konuda haksız duruma düşürülmekle kalmayıp, CHP Genel Merkez önünde protestolar, Meclis içinde vekillerin bakanla gurur duydukları söylemleri ile kamuoyunun dikkatleri farklı bir yöne çekilmiş ve Bakan'ın  gafı aşan söylemi ile yapması gerekeni yapmayışının üstü örtülmüş oldu. Çocukları koruması gereken vakıf korunmuş oldu!...
           
Bakana kadın olduğu için sahip çıkılmasını isteyen Davutoğlu'nun CHP'li kadınlara seslenişine de yanıtım şudur: Biz kadınlar eşitlik istiyoruz. Bakan ya da başka hangi kurumda görev yapıyorsak, kadın olduğumuz için ayrıcalık ya da farklı bir muamele veya korunma istemiyoruz. 
Ben bakan olsaydım, kadın olmamla ilişkilendirilmek istemezdim. Ayrıca, adı ne olursa olsun, kime yakın veya uzak olduğuna bakmaksızın, bırakın 45 çocuğu, bir çocuk bile olsa, kurumun ihmali, kusuru varsa  -ki olmaması mümkün değil-  sadece suçlu kişilerin değil, kurumun da üzerine giderdim. "Görev yaparken cinsiyetimiz önemli değil" mesajını verir, kimsenin korumasına izin vermezdim. Gülümseyemez, etkinliklere gülerek katılamaz, kaygı, üzüntü içinde toplumun kanayan yaralarını sarmak için gece gündüz demeden çaba gösterirdim. Türkiye kan ağlıyorken, sorumluluk sahiplerinin gülen yüzleri ile eğlenerek görüntüler vermesi toplumla vekalet eden arasındaki mesafenin derinleştiğinin göstergesi. Ayrıca, Meclis içinde alkışlatmazdım kendimi. "Çocuklarımıza sahip çıkamayanlar, bakana sahip çıkabiliyorlar" dedirtmezdim...
           
Meclis, bakanları kadın ve erkek oluşuna göre ayırmakla kalmıyor. Kadınların iktidar kanadından ya da muhalefet kanadından olmasına göre, mağdurluk durumu da farklı tutumlarla karşılanıyor. Çabuk unutuyoruz. Bülent Arınç, CHP'li Meclis Başkan vekili Güldal Mumcu'nun odasını basarak, kendisine talimat vermeye kalkışmıştı. Hatta Mustafa Elitaş'ın Mumcu'nun üzerine yürüdüğü yazılmıştı. Olayla ilgili, Mumcu'nun şu açıklaması dikkatten kaçtı: "Şahsımla ilgili özrü kabul edebilirdim. Ancak asıl özür dilenmesi gereken yer, Meclis Başkanlığı, dolayısıyla TBMM'nin manevi kişiliğidir. Kaldı ki yapılan işin yanlışlığının idrak edildiğini ortaya koyması açısından özür elbette anlamlı ve önemlidir; ama bu özür, o özür değildir" Partiyi arkasına alarak değil, yaptığı görev ve kurumun onurunu dikkate alarak, şahsileştirmeden, onurunu koruyarak. Kadın oluşu ile gündeme gelmekten kaçınarak!.. Nitekim, tartışma, Mumcu'nun kadın olmasında çok, yaptığı görev ile ilişkilendirildi. Konu, Meclis'in hükmi şahsiyeti etrafında tartışıldı. CHP'liler AKP binası önüne yığılmadılar. Doğru olan buydu;  kadın ya da erkek yapılan görevden dolayı yetki ve sorumluluk aynı.
Kılıçtaroğlu, kendisini çekmeye çalıştıkları yere gitmemeli, yine kendisine ve CHP'ye yakışan üsluba dönmeli.  İktidar ve muhalefetin etki alanının eşit olmadığının farkını yurttaşın takdir etmesine izin vermeli. Söz maksadı aşmasa da, aşmış olduğu izlenimi yaratacak bir yandaş medyanın varlığını bilerek hareket etmeli.  Rahatsız edici, tahkir edici üsluptan keyif alan bir zümre  yaratıldı, bu pastadan ben de pay alayım ve üslubu sertleştireyim demek yerine, bu çirkin üsluptan çıkışın yollarını aramak gerekiyor.
          
Kadın hakları için mücadele edilen günlerden, kadına haksızlıkların durdurulması talepleri ile geriye savrulan bir kadın hareketi ve kullanılabilirlik ve kontrol edilebilirliğin öne geçtiği, bir kişiyi fiilen yerleştiği yerde nasıl anayasa marifeti ile daha güçlü yapabiliriz yazılarını yazanların köşe bulup, gazeteciliğin içini boşalttığı bir ülkede sizce Bakan üzerinden yapılan tartışmalarla, Bakanı kadın olduğu için koruma altına alarak kadından yana siyaset mi yapılmış olur?  Üstelik, yanaşmacı  siyaset biçimi ile önceki kurumsal birikimlerimizi tüketir ve kişi odaklı siyasete teslim olunurken... Bu nafile tartışmalar, bozulma halinin sürdürülebilirliği için üretilmiş yapay başlıklardan öteye gidebilir mi? Oyala, oyalan taktiği artık bıktırmadı mı? 
İktidarın sorunlara çözüm üretim alanını boş bırakarak, yeni sorunlar ürettiğini göstermesi gereken muhalefet, iktidarın çektiği yere giderse, alternatif umudu kalır mı? İktidarın tartışmalarla oyalayarak yarattığı gündemin dışına çıkmaktan, sorunların katlanarak arttığının fotoğraflarını toplumun önüne yığma becerisi gösteren bir muhalefetten söz ediyorum.
        
CHP silkelenerek özüne dönmeli. Devlete, ulusa, ulusun sorunlarına sahip çıkan dinamik, umut veren, birleştirici siyaset ve kadrolar üzerinde çalışan, sataşmalara yanıt yetiştirmek yerine, "üsluplar kişileri tanımlar" diyerek tartışma alanında enerji tüketmeyen, söz ve davranışlarında tutarlı, topluma güven veren, kurucu ilkelerine sımsıkı sarılan, küstürdüğü tabanını yeniden kucaklayan, tüm ülkede yanan çoban ateşlerini kendi bünyesinde toplayacak, kartopu hareketine öncülük eden bir CHP hepimizin ortak düşü. 
Anayasa tartışmalarının içine girmeyen, masada pazarlığa oturmayan, yeni bir anayasaya değil, demokrasiye, hukuka, adalete, devletin sosyal niteliğine ve laiklik anlayışına geri dönmeye; yurttaşlar arasında ayrımcılıklara değil, eşitliğe vurgu yapan,  birleştirici söylemlerle toplumu kucaklayan bir iktidar  düşünün toplumun her katmanında dile getirilişini dikkate alarak, temel ideolojisi etrafında yeniden yapılanması ve içindeki çelişkili söylemlerden ve de CHP ideolojisine uzak isimlerden arınması gerekiyor CHP'nin.
İktidarın dümeninden ve gündeminden çıkıp, kendi rotasında ilerleyen bir muhalefet hareketinin lokomotifi olma iradesini gösterirse CHP, toplumdaki korku iklimi de değişecek, toplumsal muhalefet otoriter gidişe teslim olmayacak, demokrasi ve kurumlarına daha güçlü sarılabilecektir.
Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve Atatürk ilkelerinden uzaklaştıkça bozulup, çözüldüğümüz artık yadsınamaz ve görünür bir gerçek. CHP, rejimin yol ayrımına geldiğini görmek ve özüne dönmek için yeni strateji ve hedefler geliştirmek zorunda... Bizlere düşen, CHP'yi yeniden diriltmek, ayağa kaldırmak ve güçlendirmek. 
        
Kılıçdaroğlu, medya destekli iktidarı dizayn edemeyeceğini, ancak onun yanlışlarını kendi kucağında bulacağını görerek, temsil ettiği partinin özüne dönmesi çalışmalarını başlattığını duyurmalı ve  boşaltılan mevzileri doldurmak için düğmeye basmalı. Cumhuriyetin dönüşümünü frenlemek ile CHP'nin özü arasındaki bağı göremez ve kuramazsa, "CHP'lilerin yol ayrımı" yazısını yazmak zorunda kalacağız. Umarım gerekmez...