29 Ekim'den geriye ne kaldı?
Tıpkı 19 Mayıs'ta olduğu gibi, maden işçilerimize yandı yüreğimiz.
Dilim dilim ayrıştırdıkları milleti, acı birleştiriyor. 
Çocukluğumun bayramlarının coşkusunun yerini, kaygı, hüzün, acı alıyor gitgide...
Geçen bayram Soma'dan düştü ateş yüreğimize, bu bayram Karaman'dan geldi kara haber...
Hala işçilerimize ulaşılmış değil. İktidar felaket sonrasında partilerinin kurucu başkanı da dahil, hemen koştu; alınması gereken önlemler konusundaki gecikmişliklerini örtmek istercesine, acilen. 
Hiç gitmediği, görmediği, belki de adını ilk kez duyduğu bir parçasının yoksulluğu ile yüzleşti yine memleketimin yurttaşları.
         
Bayramdan akılda ne kaldı derseniz; yine acı bir tesadüfle iptal edilen bayram kutlamaları; tüm ulus Karaman'ın Ermenek'inden madende kalan işçilerimizden gelecek bir mutlu habere kilitlenmişken, ABD bayraklı armalı giysilerle sınırımızdan geçen, yüzleri saklı Peşmergeler (!)... (Neden 29 Ekim'de? Neden yüzler saklı?... pek çok soru beynimizde)... Yüreğimiz işçilerimizde dercesine, başına baretleri geçirerek ellerinde bayrakları ile en büyük bayramımıza sahip çıkan milyonlarca yurttaşımız; ve yoksulluk... Bakan'a, 'Sen gidip ekmek yiyecen... biz...' diyen kadının yüzündeki umutsuzluk, acı, öfke, güvensizlik... Bu fotoğraf kareleri geleceğimizde çok daha fazla önem taşıyacak biliyorum ve beynime yerleştiriyorum. Demem o ki bunlar hep yapı taşları, geleceğimiz örülüyor ama biz göremiyoruz. Çünkü hep şoklardayız.

AKP'nin yoksullaştırarak bağımlılaştırma projesi her yerinden patlak veriyor. Bir yanda devasa ve tam da 29 Ekim'e yetiştirilen, adına 'saray' denilen kaçak binaya harcanan milyarlar... Diğer yanda ücretini alamadığı halde yerin altına ekmeğini kazmaya inen işçiler. Varsıllaştırdıklarımız ile yoksullaştırdıkları arasındaki uçurum giderek açılıyor. Bizler artık bayram günlerini idrak edemez ve çocuk ve gençlerimize bu günlerin anlam ve önemini anlatamaz hale getiriliyoruz. Birkaç kelime ile geçiştiriliyor tarihimizin en önemli dilimlerinde yaşananlar. Hafızamız siliniyor adeta.  Varsa yoksa, 'Yeni Türkiye' (!)...

Yurdun her yerinde yurttaşların sıkıca sarıldıkları bayraklarla verdikleri mesajı görmezden gelerek, hala Türkiye'yi başkalaştırma peşinde olanlara bakınca kaygılar katlanıyor. Mustafa Kemal, ona, mirası olan kurumlara tepki üretenlere inat; ülkenin her yerinde yeniden doğuyor adeta... Cumhuriyet ve kurumlarının içi boşaltılsın diye verilen onca çabadan sonra, yapılan onca kara propagandaya rağmen, Atatürk sevgisi dalga dalga büyüyor. Toplum, bugün yaşananlara bakarak, Cumhuriyet'in ne büyük bir mucize olduğunu daha bir kavrıyor.

Toplum mesajını her fırsatta veriyor; Cumhuriyetimizi, bizi biz yapan değerlerimizi geri istiyoruz. 'Yeni' diyerek kırdıkları dümenle sürüklenen, Ortadoğu'nun bataklığına gömülü bir Türkiye yok düşlerimizde. Nasıl bir 'yeni' Türkiye özlemi bu? Gelir eşitsizliğinin giderek arttığı, artan yoksulluğa paralel, kadınların her geçen gün taciz ve şiddete daha fazla maruz kaldığı, eğitimin akıl yerine, din, örtü, simge ile küçük çocuklara kadar ayrımcılığı yaygınlaştırma aracına dönüştüğü... hukuk ve adaletin rafa kalktığı, yandaşlığın ödüllendirilip, karşıtlığın cezalandırıldığı...
Tüm bunları kaygı ile izleyen biz yurttaşlar için 'yarın' kocaman bir soru. Giderek tortulanan kaygı birikmesi var toplumda.
Türkiye nasıl bu hale geldi? Kimlerin vebali var? Sadece o koltuklarda oturanları mı sorumlu tutacağız? Kimler koşa koşa gidecekti, 'saray' adı verilen bizim paralarımızın yığıldığı binaya? Sorgulamak yerine, kendi yerleri için susanların hiç mi vebali yok? Elimize ekmeği her alışımızda boğazımızdan geçerken lokmalar, işçilerimiz, aileleri  ve hatta 'süreç' adına işsiz kalanlarımız için düşünsek, hepimiz biraz durup soluklanıp, aklımızı, beynimizi kuşatan çemberin dışına başımızı çıkarıp bir düşünsek diyorum.
          
Hepimize geçmiş olsun, en çok da işçilerimizin ailelerine; acıları acımız ancak biliriz ki, ateş hep düştüğü yerde kor olur...
İktidar (yöneten) ile toplum (yönetilenle) arasındaki mesafenin ne kadar derinleştiği, tavanda milyarlar savrulurken, tabanda ekmeğin toprağın altından can pahasına çıkarıldığı gerçeği tokat gibi vurdu yüzümüze... Cumhuriyetimizin 91. Yılı'nda getirildiği yer bu; bilinen görünür oldu.
Ekmeği her elime alışımda, boğazıma düğüm olacak, içime işleyen bir söz; 'Sen gidip ekmek yiyecen...' Ben Bakan olsaydım bu sözler üzerine o koltukta bir saniye oturamazdım. 
Gerçeğin yakıcılığını ifade ederken, anahtar kelimeyi tutuşturdu elimize acılı eş: Ekmek!.. Yani EMEK...
Birileri aç yatarken, birileri artık daha fazla tok yatamayacaklar demektir bu.