Geçen hafta Pazar günüydü (11 Mart) komşumuzla birlikte kahve içmiş inceden sohbete dalmıştık. TV'lerdeki haber bültenlerinde TSK'nin Zeytindalı Harekâtı'nda 51'inci güne gelindiğini Afrin'in düşmesinin an meselesi olduğu haber olarak yansıtılmaktaydı.
Nedense; birden bire aklıma Salı günü geliverdi. Üstelik Salı günü, harekâtın 53'üncü gün olmaktaydı. Sorup diyeceksiniz ki ne Salısı ne 53'üncü günü? Öyle demeyin, İstanbul'un fethi 53 günde gerçekleşmiş ve Salı günü sonuçlanmıştı.

Hal böyle olunca kendimce dedim ki: AKP Genel Başkanımız R.T. Erdoğan, mutlaka bu fırsatı  kaçırmayacak elbette Afrin'in ele geçirilmesiyle İstanbul'un fethinin arasında özdeşlik olduğunu dile getirebilecek, partisi için siyasi bir çıkar düşüncesini dışa vurabilecektir.
Bu düşünceme bağlı olarak komşuma "Bakın göreceksiniz, harekâtın 53'üncü gününde ve Salı günü Afrin'e girilecek yani Afrin fethedilecektir, İstanbul'un fethi ile bağlantı kurulacaktır" dedim. Komşum ise benim bu düşünceme katılmıyordu. Neyse demem o ki bir ölçüde iddialaştık. Sonuçta ben iddiayı kaybettim.
Ben nereden bilecektim önümüzde başka özel tarihler de varmış, aklıma gelmemişti. Çok geçmeden Salının 5 gün sonrasında bu kere Çanakkale Deniz Zaferi'nin 103'üncü yılının kutlandığı 18 Mart günü Afrin'in kurtarıldığını öğrendik.

Sn. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın bu son açıklamasında bir farklılık vardı. Zira; Zeytindalı Harekâtı'nın başladığı günlerden bu yana başkanı olduğu AKP kongrelerinde ya da diğer özel toplantılarda partisini yüceltici konuşmalarında Afrin Harekâtı'nın haklılığını siyasi yönden açıklamakta hatta daha da ilerisini gündeme getirerek, diğer partilerin tutumlarını kritik etmekte idi. Ülkede Cumhurbaşkanlığı kimliği bir kenara bırakılıp AKP Genel Başkanlığı ön plana çıkarılarak muhalefet partilerine veryansın ediliyordu. Bu bakımdan 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi'nin 103'üncü yıl dönümünde yapılan konuşma önemlidir ve bir ölçüde diğerlerinden farklı sayılmalıdır.

Ana hedef Afrin'in terör örgütünden temizlenmiş olması yalnızca bir sonuç olarak değerlendirilmelidir. Elbette bu sonuç her yönüyle ayrı ayrı değerlendirilebilir. Ancak; düz anlamda yazdığımız gibi bu sonuç, soyut bir sonuçtur.

O halde bu sonuca nasıl gelinmiştir, aslında sorgulanacak olan bu konu değil midir? Bakınız; Suriye iç savaşı sandığım kadarıyla 2011 yılından beri süregelmektedir. Diktatoryal bir yönü olsa bile Suriye devlet olarak oluştuğundan bu yana bir çok Arap ülkesine göre istikrarlı türde yönetilmekteydi. 1970'de askeri darbe ile iktidarı ele geçiren Hafız Esad'ın 2000 yılında ölümü ülkede istikrarsızlık yaratmamış yerine geçen oğlu Beşar Esad (Esed) özellikle ülkemizle dost ilişkiler kurmak için çaba göstermiştir.

Ancak ne hikmetse gerçekten sebebini bulmakta zorlanıyorum 2011 yılında başlayan iç savaşta ülkemiz; Beşar Esad'a karşı olan gruplara destek veren bir stratejiyi uygulamıştır. Suriye'nin bütünüyle iç sorunu olabilecek bazı gelişmeler başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin  yaşananlara karışmalarıyla içinden çıkılamaz bir duruma dönüşmüştür. Şimdilerde ortalığı harflerle tanımlanan grupların çorbaya çevirdiği Suriye ile karşı karşıyayız. Daha önceki bir iki yazımda dile getirdiğimi anımsıyorum. PKK'lılar mı ararsınız, PYD'liler mi dersiniz, Vaypiciler, DEAŞ mı, IŞİD'ciler mi ÖSO'cular mı ve daha niceleri, hangisini saymalı?
Şimdi, biz Afrin'e girdik. Sorun çözülmüş sayılabilir mi? Birliklerimiz Doğuya doğru yürüyüp Irak sınırına dayanılacak mıdır? Bakınız karşımızdaki grupların her an provokatif girişimleri söz konusu olabilir. Nasıl ki Zeytindalı Harekâtı başlangıcında Kilis'e ve Reyhanlı'ya yapılan roketli saldırılara hedef olduysak belki önümüzdeki günlerde bazı sınır şehirlerimize de yeni saldırılarla karşılaşabiliriz. Görüldüğü kadarıyla Suriye sorunu, gelecekte de başımızı çok ağrıtacaktır.
Ordularımızın getirdiği başarının olumsuz bir ortama dönüşmemesi en büyük dileğimizdir. Bilinçli bir dış politika planlanarak gelecekteki olumsuz ortamların oluşmasına engel olunmalıdır.
Esenlikle kalınız...