Tüm bunlar başımıza gelmeden kısa bir süre önce, bir grup arkadaşımla İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina İzmir Kent Arşivi ve Müzesi’ndeki (APİKAM) “İzmir Levantenleri” sergisini ziyaret etmiştik. Üstelik, sergiyi hazırlayan iki kişiden biri olan Onur Eryeşil’in rehberliğinde. Evden hiç çıkmadığım 20 günü geride bırakırken, birçok başka şeyin yanı sıra, bir daha ne zaman sanal olmayan bir sergi gezebileceğimizi merak ediyorum. Kim bilir, belki bu süreci atlattığımızda, aslında 10 Mayıs’a kadar açık kalması planlanmış olan bu sergiye tekrar gidebiliriz.  Sergi, tarihi boyunca birçok farklı uygarlığa, kültüre ve topluma ev sahipliği yapmış İzmir’in önemli bir parçası olan Levantenlere ve onların kültürüne “mütevazı bir bakış” olarak kurgulanmış. 

Fransızca’da doğu, özellikle doğu ülkeleri anlamında kullanılan “levant”, Yeni Çağ’da Avrupalılar tarafından, Doğu Akdeniz ülkelerini tarif etmek için kullanılmış. Bu tanım, tarih içinde farklı coğrafyaları içine almış; şu anki sınırlarıyla Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs, Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır, tanıma dahil olmuş. 
Bu coğrafya, 16. Yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altına girmiş. Kadim kültürleri, tarihi, konumu, doğal zenginlikleri ve ticari olanakları, bölgeyi özel ve çekici kılmış. Fransız, İtalyan, İngiliz, Hollandalı, Katalan ve Macar topluluklar ve yakın çağlarda Sırp, Bulgar gibi Slavlar, bu coğrafyaya yönlenmiş ve burada Avrupa kökenli bir nüfus ve kültür oluşmuş. Ege adaları, Selanik, İzmir, İstanbul, İskenderun, Halep, Hayfa, Beyrut ve İskenderiye gibi kentler, Levanten topluluklar için birer ev teşkil etmiş. 
İzmir, 17. Yüzyıldan itibaren ticari liman olarak önem kazanmaya başlamış ve kentteki Avrupalı nüfus giderek artmış. Titiz bir çalışma ve yoğun bir emek sonucunda ortaya çıktığı anlaşılan sergi, İzmir’de yaşayan ve uzun zamandır İzmirli olan Avrupalıların, yani Levantenlerin yaşamından izler sunuyordu. 
Sergide, Levantenlerin İzmir’deki ticari ve sosyal yaşantıya, spor ve kültür-sanat alanına etkilerine ilişkin bölümler yer alıyordu. Örneğin, İzmir’deki ilk sinematografik gösterimin yapıldığı Apollon Tiyatrosu, kentin ilk modern tiyatrosu Euterpe, Sporting Club’ın 700 kişi kapasiteli tiyatro salonu ve Paris Operası’nın küçük bir kopyası olarak inşa edilen İzmir Tiyatrosu, Levantenler’in eseri. Hepsi 19. Yüzyılda ve 20. Yüzyılın başlarında inşa edilen bu yapıların çoğu, ne yazık ki Büyük İzmir Yangını’nda tahrip olmuş. İzmir’deki ilk gazete olan Le Spectateur Oriental’ın yayınlandığı 1821’den 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar yabancı dilde yayınlanan birçok gazete ve dergi de Levantenler tarafından çıkarılmış.  
İzmir’in simge yapısı Saat Kulesi’nin mimarı Fransız Raymond Charles Péré, şehrin önemli Levanten ailelerinden Russo Ailesi’nden Anais Russo ile evlenmiş ve İzmir’de yaşamış. Karşıyaka’daki St. Helene Katolik Kilisesi, bugün Alsancak Devlet Hastanesi’nin Acil Servis binası olarak kullanılan Fransız Hastanesi binası, Eski Alman Konsolosluğu ve Ayşe Mayda evi de Levanten mimara atfedilen yapılar. 
Sergide, tamamı APİKAM arşivinden derlenen bilgi, belge ve objelerle, İzmir dokusunun oluşmasında önemli rol oynayan Levantenlerin öyküsü hem bütün olarak hem de kişisel tarihler aracılığıyla ortaya konuyordu. 

Serginin en hoş sürprizi ise, Elgar’ın In Smyrna (Smyrna’da) eserinin fonda ziyaretçilere eşlik etmesiydi. Solo piyano için yazılan bu zarif eseri ilk kez bundan 8 yıl önce, Besteci ve Şef Alkis Baltas’ın orkestra uyarlamasının dünyadaki ilk seslendirilişinde, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’ndan dinlemiştim. BBC’nin Music dergisine göre gelmiş geçmiş en büyük 50 besteciden biri olan Elgar’ın 1905’te İzmir’de, üstelik şehrin adını verdiği bir beste yaptığını öğrendiğimde şaşırmış ve bu bestenin öyküsünü çok merak etmiştim. Geçen sene karşıma çıkan küçük bir kitaptan ayrıntılarını öğrendiğim bu hikâyeyi, bir sonraki yazımda anlatacağım.