Cezaevi, yaşayanı gudubet yapar bir parça. Çıktığında racon keser, pozlara girer. Sonra, bazısı bunu yaşam biçimine dönüştürür. Bed bed bakar etrafına, ama karşımdaki kişide bunlardan eser yok. Hâlâ güler yüzlü, iyimser ve pozitif. Aksi olaydı, gudubet birisiyle karşılaşsaydım, “Şu cezaevi de ne menem bir şey insanı korkuluk gibi yapıyor” der çıkardım işin içinden, ama ya şimdi...

Zor bir yazı olacağı kesin çünkü, Bernard Russell, “Bir yerde cezaevi varsa içeride ya da dışarıda kimin olduğu fark etmez” diyor ya hani, işte o hallerin durumu. Adam, “İçeride bir kişi bile varsa fark etmez, toplum dibe vurmuştur” diyor, daha ne desin. İyisi mi biz, “Ali Dayı”nın dünyasına konuk olalım. Dünyası dediğimiz, evi. Evinin bahçesi. Geleni, gideni, köpekleri, masası, verandası, incir ağacı, ara sıra uzaklara dalışı gibi halleri yani.

Ali Dayı kim mi?..

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin şirketlerinden olan İZENERJİ’nin Genel Müdürü Ali Sabuktay’ın ta kendisi. Ali Dayı deyişi de nereden çıktı derseniz. Hani Buca Cezaevi’nde yattı ya 8 ay kadar, işte orada koğuş arkadaşları uygun görüyor bu lakabı. Koğuşun Ali Dayısı oluyor. Ağırlığından, yaptığı abiliklerden, yardımseverliğinden sonra bu tanımı uygun görmüşler ona.

Niye yargılanıyor Sabuktay diye merak edecek olan olursa, bir iki konu başlığı var. İçinden bir tanesini seçelim ve dipnot olsun diye yazalım. İzmir’de yapılan, Şevval Sam konserinin ihalesiz gerçekleştirilmesinde oluru olduğu için. Ülkede ya da yeryüzünde başka Şevval Sam mı var ki ihaleye çıkılsın demeyin, bilirkişi böyle dedi, böylece iddianame hazırlandı ve hâlâ yargılanıyor.

6 Temmuz akşamı cezaevinden çıktı. Şu an Güzelbahçe’deki evinde, “Konutunu Terk Etmeme Tedbiri” altında tutuluyor. Dışarıya çıkması yasak. İzinsiz adımını atsa, tedbirli tahliyesi yanacak ve yine kodese alınacak. Yeni çıkarılan yasanın içinde öngörülen bir düzenleme ve Türkiye’de ilk kez, İzmir’de, Sabuktay ile birlikte aynı davadan yargılanan altı kişiye daha uygulanıyor.

Baş döndüren hareketlilik

İlgi çekici bir durum dedik ve çaldık kapısını, “Sizinle bir gün geçirelim, konutunu terk etmeme tedbiri uygulanan bir kişinin günü nasıl geçer görelim istiyoruz” diyerek. “Olur” diyor.

Ertesi gün olduğunda sabah 07.00 gibi çalıyorum kapısını. Bahçede çay içiyordu o sıra ve görünce karşısında fotoğraf makinesiyle birlikte beni, “Geldi vallaha erkenden” demedi de öyle bakan gözlerle karşıladı. Gayet nazik bir şekilde, “Gel bakalım artık” diye de ekledi. Sonra kardeşi belirdi. “Misafirimiz gelmiş” dedi ve hep birlikte oturduk. Sonra, oturduk. Sonra yine oturduk. Arka bahçede oturduk, ön bahçede daha çok oturduk. Bir ara evin içinde oturuyorduk. Oturduk yani tüm gün işte; evdesin ve dışarıya çıkmak yasak, ne yapacaksın ki başka. Ama haberimize konu olan kişi oturduğu yerden üretmeye ve o ürettiğini paylaşmaya ant içmiş gibi.

Kahvaltı yapıyoruz ilkin. Ali Sabuktay, kardeşi ve ben. Sayımız az, ama meğerse az sonra oluşacak kalabalık grup yola koyulmuş bile. Evde baş döndüren bir hareketliliğe sahne olan kitle, konvoy halinde geliyormuş da haberim yok. Dostlar kapıyı çalıyor. Milletvekilleri, belediye başkanları, tutuklanıp salınan bürokratlar da gelip gidiyor. Belediye personeli işleri anlatmak için zaten orada. Anne Azime Sabuktay her günkü saatinde oğlunun yanında. Herkes orada yani.

Öncesinden tanışmıyorum Sabuktay’la. Sohbete başlıyoruz. Hani böyle tanışıp ilk buluşmalarını bir pastahanede gerçekleştiren çiftler vardır ya, başlarda aynı öyleyiz. Nazik, ilgili birbirini tanımaya çalışan iki meraklı göz var ortada. Meyve yiyoruz, kirazın iyisinden konuşuyoruz. O da Fenerbahçeli çıkıyor, “Her şey bir yana Fener bir yana” diye laflıyoruz.

Çardak altında İZENERJİ toplantısı

Saat ilerliyor, hatta 10.00 olmuş bile. İZENERJİ personeli dosyalarla geliyor ve toplantılar başlıyor. Şu an için durum değerlendirmesi yapılıyor. Personel müdürü bilgi veriyor, Ali Sabuktay’ın asistanı notlar tutuyor. Muhasebe müdürü bilgi veriyor, asistan notlar alıyor. Bu ve benzer görüntü gün içinde sıkça tekrarlanıyor. Ben o sıralarda, “Yok artık o kadar da değil, ne işim var İZENERJİ’nin yönetim kurulu toplantısında” diyerek ya bahçenin öbür ucundaki masaya geçiyorum ya da arka bahçeye çıkıyorum. Zaten böyle davranmasam toplantı da başlamayacak.

‘Minik dostları’ Ali Dayı’yı yalnız bırakmıyor

Köpek düşkünü bir adam Ali Sabuktay. Evinde dört tane var. Parklarda besledikleri köpeklerin, kedilerin haddi hesabı yok. Arap diye bir köpeği var ki gelene gidene havlıyor, hatta bacaklara çentik attığından söz ediliyor. Sabuktay, Arap etrafına sert yaptığında, “Gider yapma Arap, otur oraya” diyor. “Gider” ne demek diyorum. Cezaevinde, asabi olanlara, “Gider yapma” denildiğini söylüyor.


Cezaevinde de boş durmamış

Cezaevinde çok anı biriktirdiğini anlatıyor. “Unutmam o anıları da, o duygu yoğunluğu kaçmadan, hazır burada evdeyken orada aldığım notlar üzerinde çalışıp bir roman yazmayı düşünüyorum” diye ekliyor. Cezaevi koğuşuna ilk girdiğinde, sonradan arkadaşı olacak kişilerin ona, bir yere giden turiste nasıl şaşkın ve meraklı gözlerle bakılırsa öylece baktıklarını anlatıyor. 8 aylık süreçte koğuşta okuma yazması olmayanlara, okuma yazma öğretmeye çalıştığını, bazısının mahkeme dilekçesini yazdığını söylüyor. Denetimli biçimde tahliye kararı çıkmasının ardından, işlemler için gittiği cezaevinden, arkadaşlarının alkışlarıyla uğurlandığını aktarıyor. Sanırım bu anısını boşta bulunarak söyledi çünkü defterinin başına yazmış bir kez mütevazılık diye ve kendisini anlatmayı pek sevmiyor. Arka bahçede biraz fazla vakit geçirdiğimde Ali Sabuktay geliyor ve “Ne yapıyorsun burada” diyor. Ali Dayı edasıyla sorunca, “Çalışıyorum abi” diyorum. Gülümseyerek “Gel o zaman biraz da ön bahçede çalış” diyor. Arap’la yer değiştiriyoruz, o arkaya ben ön tarafa.


Özgürlük insanın en değerli olgusu

İncir ağacı, ağacın altında bir masa, masada konutunu terk etmeme tedbiri uygulanan Ali Dayı. “Masa da”, diye vurgu yapınca insanın aklına “Masa da masaymış ha” diyen dizesiyle Edip Cansever geliyor. “Adam yaşama sevinci içinde” diye başlayan şiirdeki gibi incir ağacı altında oturan adam da gerçekten yaşama sevinci içinde. Bu durum, cezaevine girmezden önceki özgürlük algısıyla şimdiki arasındaki farkı anlattığı şu sözleriyle açığa çıkıyor: “Özgürlük insanın en değerli olgusu. Evet, evimden dışarıya çıkamıyorum, ama buraya dostlarım geliyor. Mesai arkadaşlarım geliyor, işime dair üretmeye başladım. Dışarısıyla iletişim kurabiliyorum. Bunlar kısa bir süre öncesine kadar yoksun olduğum değerlerdi. Şimdi bunları yaşayabiliyorum ve çok mutluyum. Bu saydıklarım konusunda bir doygunluk oluşmaya başladığı ve daha fazlasını arar olduğumda zaten inanıyorum ki tümden tahliye gerçekleşir.” Ama izlediğim kadarıyla, adam masaya yaşama sevinci dışında da bir şeyler koyup duruyor. Şair yıllar önce betimlemiş bu durumu: “Adam masaya/Aklında olup bitenleri koydu/ Ne yapmak istiyordu hayatta/İşte onu koydu/Kimi seviyordu kimi sevmiyordu/Adam masaya onları da koydu/Pencere yanındaydı/Gökyüzü yanında/Uzandı masaya sonsuzu koydu.”


‘Öfke yok, daha çok çalışacağım’

Çalışma saatleri dışında biraz soluklandığında sohbet ediyoruz. Öfkeli olup olmadığını soruyorum.

“Hayır” diyor; “her hangi bir öfkem yok”.

O söylemiyor, dillendirmiyor ama var aslında. Sadece öfkesini kontrol edebilmeyi başarmış bir insan var karşımda. Öfkenin güzel bir his olduğu, o seni değil de sen onu yönettiğinde başarılı sonuçlar doğuracağının şifresi şu sözlerinde saklı: “Çalışacağım. Daha çok çalışacağım. Burada daha yaratıcı olacağım. Bu halde de yaratıcı olabileceğimi ispatlamam gerek...” Belediyenin tanıtımı, işinin öncelikli kısmını oluşturuyor. Yeni düzeninde internet kullanabilecek olmasının kendisi için büyük avantaj olacağını söylüyor. İşini bu şekilde daha yakından takip edebileceğini aktarıyor. Yanı sıra kendisine bağlı personelin belirli zaman aralıklarında evine geleceğini ve benim tanık olduğum toplantıların tekrarlanacağını vurguluyor. Ama şöyle bir şey var onu da kardeşi Ayşegül Sabuktay dillendiriyor: “Abi sen şimdi bu evden çalışma işine iyice alışırsan, tümden tahliye edildikten sonra da, böyle de çalışılabiliyormuş, evden çalışırım artık dersen...”

Anne Sabuktay: Adalete bak

Abi, kardeş konuşurlarken “Biraz dolanayım” diyerek kalkıyorum masadan. Anne Azime Sabuktay’la laflıyoruz bu sırada. “Oğlum kazandığını ihtiyacı olanla paylaşır” diye başlıyor söze ve ekliyor: “Ne demek yolsuzluk. Kedileri, köpekleri besler” diye anlatıyor ki, gazeteci olduğumu öğrenince, “Ben seni Ali’nin arkadaşı sanmıştım. Yok konuşmam artık” diyor. Söyleyecekleri yanlış yerlere çekilir de oğlunun başına iş açılır düşüncesinde. Hangi anne ister ki oğluna bir zeval gelmesini. Ama, çatallanan sesiyle eklemeden de edemiyor: “İzmir’de adalet istiyoruz diyorduk. Adalete bak.” Ali Sabuktay incir ağacının altında oturuyor.

     
‘Burada çok iş var’

İncir ağacı dedik, ama diğerlerini saymadık. Kirazı var, kayısısı, eriği hepsi de ürün verir halde. Eşeleyecek biraz toprak parçası da var. Kendisi de söylüyor zaten: “Bu toprağa domates ekerim, biber ekerim. Burada cezaevine göre yapacak o kadar çok şey var ki.” Tümden tahliye edilseydi bir karavanla kısa süreliğine, sakin bir yere gitmeyi düşlediğini anlatıyor. “Ekim ayındaki duruşmayı bekle” diyorum, “O zamana havalar bozar” diyor.

Ne zaman biz iki laflamaya başlasak haydi, yeni bir konuk beliriyor ya da belediye personelinden ellerinde bir yığın dosyayla toplantıya gelenler oluyor. Belediyenin tanıtım çalışmalarını yürüten ekibi geldi ve İzmir’i nasıl daha iyi tanıtırız fikrini aramaya başladılar.

Sabahın köründe girdiğim evde akşamüzeri oldu. Hâlâ oradayım. Bir gün içinde, kendi evimde bu kadar kesintisiz vakit geçirmişliğim yoktur. Ama kendimi de sınamak istiyorum. “Eve mahkûm olan birisi ne yaşar, ne hisseder”in peşindeyim.

Gelenler bir bir ayrılıyor ve Ali Sabuktay’ın, “evde tek başına” halleri başlamak üzere. Ama henüz değil; çünkü gazeteci hâlâ, inatla orada. Orada ama gözü de saatler öncesinden diktiği kapıda.

Derken akşam iyiden iyiye çöküyor ve gazeteci, saatler öncesinden aklına geldiği haliyle, “Can sıkıntısı kuluçkaya yatmış hayal kuşudur” diyerek çıkıyor kapının dışına, düşlediği sokaklara.

Haberine konu olan adamı, “Bir hayal kuşu” diye bırakıyor, “Konutu Terk Etmeme Tedbiri” adı altında yaratılan adasında. (Cumhuriyet-Ozan Yayman)