Geçen hafta döviz fiyatlarındaki ani ve büyük oranlı artışlar ve bu artışların politik ve ekonomik nedenleri gündemimizi oluşturmuştu. Kriz derinleştikçe, döviz fiyatlarındaki ani değişimlerden kimlerin yararlandığı sorusu da zihinleri kurcalar hale geldi. Çünkü döviz fiyatlarındaki ani yükselişin hemen öncesinde döviz alıp, yükselişin ardından satan ve bu yolla birkaç günde fahiş kazançlar elde edenler vardı. Bu sermaye sahipleri, hisleri ile mi, öngörüleri ile mi, yoksa duyumları ile mi sözkonusu alım-satım hareketine yönelmişlerdi?
Bu soru elbette yanıtsız kalacak. Ancak yap-işlet-devret modeliyle yaptıkları projeler karşılığında devletten "garantili döviz" alan müteahhitlerin zenginliklerine ne kadar zenginlik kattıkları ve krizin kazananları haline geldikleri aşikar. Her yıl devlet kasasından milyonlarca dolar bu müteahhitlere akıyor. Örneğin bu şekilde yapılan köprü ve tüneller için günlük araç garantisi devlet tarafından verildi. Bu nedenle geçmeyen araçların da faturası müteahhitlere ödeniyor. Üstelik dolar cinsinden... Bir TL seferberliği yaşanıyorken, niye söz konusu müteahhitler de bu TL seferberliğine katılmıyorlar? Devletten alacaklarını spekülatif bir biçimde yükseltildiği söylenen dolar cinsinden değil de, spekülasyon öncesi rakamlarla ve TL cinsinden almıyorlar? Ya da devleti yönetenler neden bugüne kadar böyle bir "fedakarlık" beklentisini seslendirmediler?
Krizin etkileri henüz vatandaşa tam olarak yansımadı. Birkaç ay içinde krizin ekonomik etkilerini ve bu etkilerin sosyolojik ve psikolojik sonuçlarını göreceğiz. Ancak kaybedenin kim olacağı, en az kazananın kim olacağı kadar daha şimdiden belli...