Georgetown University'de misafir araştırmacı olarak Washington DC'de  bulunduğum sürede, American University'de İslami  Araştırmalar Kürsüsü'nde çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Şerif Mardin'e, ödül aldığım gazeteye röportaj için teklif götürdüğümde zaman ayırmayı kabul etmişti. "ABD'deki Türklerin gözüyle ABD" başlıklı bir dizi röportajdı. İlk kez röportaj yapıyordum. Ödül verdikleri yazılarımın dizi halinde yayımlanmış olması, gazetenin bana bu olanağı tanımasını kolaylaştırmıştı.
İronik olan ikinci röportaj denememdi. Davet üzerine köşe yazısı yazdığım gazeteye röportaj ödülü kazandırmıştım. Bu o gazetedeki yazılarımın da sonunu getirmişti.  Gazete çalışanı olmadan ve tek kuruş talep etmeden yazılar yazan biri olarak fazla ileri gitmiştim. Rahmetli Şerif Mardin Hoca'nın tamamına yer veremediğim uzun röportajında toplumla ilgili çok önemli saptamaları vardı. Belleğimde en çok yer edinen, kendimin yaşamımda deneyimlediklerim oldu. Belli bir seviyenin üzerine çıkıldığında aşağıya çeken kültürümüz üzerine(!)...

Prof. Mardin'e, "neden Amerika?" diye sorduğumda; tercihinin aslında Türkiye olduğunu belirterek; "Akademik çalışmanın Türkiye'de beraberinde getirdiği bir takım akademik olmayan yükümlülükler var. Onlar yok burada" diyerek yanıtlamıştı. Maaş gediğini doldurmak için yan işlerle uğraşan meslektaşlarımızı işaret etmişti. Bir diğer etken de; misafir öğretim üyesi olarak geldiği kurumun teklifi üzerine, Boğaziçi Üniversitesi yönetiminin "ya Amerika, ya Boğaziçi" diye kesin seçenek istemesini göstermiş; "... Türkiye'de akademik kariyerdeki bürokratik ilişkiler biraz sert. Yani o esneklik, mesela bir profesörün altı ay yurt dışında, altı ay Türkiye'de çalışmasına imkân sağlayan hükümler Üniversite Kanunu'nda yok. Ama bu birçok ülkede üzerinde durulan bir hal çaresi" demişti.

Amerikalıların genelde soğuk bizlerin ise sıcak ulus olarak tanımlanmamızı ve kıyaslama yapmasını istediğimde; bizdeki sıcak ilişkilerin yol açtığı sorunlara  işaret eden şu sözleri söylemişti: "Yakınlık ve sıcaklık bazen o kadar olumlu bir ortam yaratmayabilir. Onun beraberinde getirdiği ve Türkiye'de hepimizin beğenmediği özelliklerden bir tanesi; insanlar arasındaki ilişkilerde dedikoduya çok büyük önem verilmesi. İnsanların şahsiyetinin devamlı hücuma uğraması, birçok konunun hemen şahsileşmesi. Bunlar Türkiye'deki o sıcak ilişkilerin madalyonunun tersi ve sanırım Türkiye'de bazı konuların ileriye gidememesinin sebebi de bu gibi ilişkilerin çokluğu. Mesela bu ilişkilerin beraberinde getirdiği şeylerden bir tanesi mesleki kıskançlık. Bir zamanlar benim için çalışan bir kadın vardı. Halktan gelen, hiçbir eğitim görmemiş bir kişiydi fakat çok saygıdeğer görüşleri vardı. Türkiye için de bir cümlede ifade ettiği bir genel görüşü vardı: "Ölme-olma". Bence bu Türkiye'yi çok iyi anlatan sözlerden biri".  
Amerikalılar için, "çok daha soğuk bir topluluk" ifadesini kullanan Prof. Mardin; endüstri topluluğunun çalışabilmesi için bu tür ilişkilerin zorunluluğuna şu sözlerle işaret etmiş ve; "Bir endüstri medeniyetindeki o oturmuşluğu, düzeni temin edebilmek için insanların birbirleri ile olan sıcak ilişkilerini belli bir yerde kesmek lazım" demişti.
           
Prof. Mardin; insanlar arasındaki ilişkilerin yoğunluğunu ülkelerin kültürel özelliklerinin belirlediğini, örneğin Amerika'da Türkiye'deki gibi "çat-kapı komşuluk" ilişkilerinin görülemeyeceğini, çünkü insanların gelecekle ilgili projelerini çok önceden yaptıklarını, programlı yaşamanın endüstri toplumunun gereklerinden biri olduğunu, toplumda düzeni sağlayan en önemli unsurun "program" olduğunu vurgulamıştı.
Uzun bir röportaja zaman ayıracak kadar mütevazı diyebileceğim ve tane tane konuşan bir bilim insanını rahmetle anarken; bilimselliğin, madalyonun görünen yüzünün ötesini görebilmek ve gösterebilmekle ilişkisini kurabilmemdeki katkısını yadsıyamam. Yanlış anlaşılmasın, bu her şeyi doğru analiz edebilmek anlamına gelmiyor. Yüzeysel bakmak yerine sondaj yapabilmek, yaşadıklarımız, duyduklarımız, okuduklarımız üzerinden kendi düşüncemizi üretmek. Özgün düşünce üretmenin giderek daha zorlaşacağı, ezber eğitimin dayatıldığı müfredatlarla çocuk ve gençlerin belleklerinin alt üst edildiği süreçte önemli bir saptama. Atatürk'ü yok edeceğiz diye yola çıkanların, onunla oluşmuş medeni kültürü alt üst ederek, yerine ikame edilen sıcak-samimi gibi görünen ilişkiler aracılığı ile medeni dünyanın düşünce biçiminden koparışlarına bakınca; düşünce üreten beyinlerin bir bir aramızdan ayrılışlarına daha fazla üzüleceğiz.
Yazıları kısa tutmamı tembih eden okurların affına sığınarak, son bir ekleme yapmak istiyorum. Prof. Mardin'e, pek çok kişinin Amerika'yı ve Amerikalıları eleştirmelerine karşın, bu ülkede kalmayı tercih etmelerini anlayamadığımı, bu eğilimi yalnızca burada yaşayan Türkler değil, diğer yabancı unsurlarda da saptadığımı söylediğimde; bu problemin kendi zihnini de çok uğraştırdığını söylemiş ve Amerika'nın tercih edilmesindeki en önemli sebebin "yerleşmiş bir düzen" olduğuna işaret etmişti. Ona göre; bu ülkenin iyi tarafı, endüstriyel gelişmişliğin verdiği yaşam düzeyinin çok yüksek olmasıydı. Özetle; düzen ve refah. İki ülke arasındaki farkın iki kelimeye sığan derin uçurumu da diyebiliriz.
Şimdi vefatından sonra herkes durduğu yere göre değerlendirecek ya!... Durduğumuz yerden çıkarak bakarsak, onun durmak istediği yeri görmüş olacağız. Düşünmüyor ve düşündürtmüyorsanız bilimin içinde değilsiniz. Tarihe de sondaj yaparak yaşadığı toplumu anlamaya/anlatmaya çalışırken, birilerinin kendi anlamak istediklerini çıkarabilecekleri malzeme de yaratması, içinde yaşadığımız toplumun yaman çelişkisi diye düşünüyorum. Kendi adıma, yazdıkları ve söylediklerinin bilim etiği etrafında tartışılmasını hak edecek bir kişilik sergileyen saygın bir bilim insanı olarak anımsayacağım. Atatürk'ü en iyi analiz eden cümlelerden biri de ona ait; "...Bir reform anlayışını birbirinden ayrı parçalar olarak değil fakat kendi zihninde bir bütün olarak organize etmek ve bunu realizmini kaybetmeden, fakat aynı zamanda sebatla izlemek, bize burada kişiliğin özel katkısını gösteriyor... birçok kimseler de değişmeler yapmaya yönelmişti fakat bir bütünden esinlenerek bir devrim yaratabilen yalnız Atatürk oldu. Bir şahsın tarihe damga basması dediğimiz olay da herhalde bu olsa gerek."(*)

Bilimi düşünmeye indirgemedim hiç; düşünce zaten olmalı. Düşündürtmek, bilginin üretilmesi, çoğaltılması, paylaşılması, kişinin kendi düşünce alanının içine kendisini mahkum etmesinin ötesine geçebilmesi yoksa bilim de yok... Bu ışığı gördüğüm ender kişilerden biriydi. Bilmezliğini göremeyecek kadar kör olup, "Ben biliyorum, doğrusu bu" diyenler o kadar çok ki ve üstelik de en çok onlar konuşturuluyorken!...
        
----------------------------------------------------------
(*)Bkz. Şerif Mardin; Türkiye'de Toplum ve Siyaset, Makaleler I, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990.