Türkiye medyasında uzun süredir tanıklık ettiğimiz tek sesliliği kalıcılaştırma yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Doğan grubunun medya sektöründen çekilmesi konusundan söz ediyorum. Hataları yok, eleştirilecek yanı yok diyemeyiz. İşten çıkarılan gazetecilerin sorumluluğundaki payları silemeyiz. Ancak Türkiye'nin olağan olmayan koşulları altında tarafsız gazetecilik yapmanın giderek zorlaştığını görerek, "vurun Doğan'a" diyerek, köklü kurumların el değişikliği ile dönüşümünü göz ardı edemeyiz.
         
Aslında bu yanlışımızı yineleyerek, kurumların tasfiyesinin sadece tanığı değil, parçası haline getirilişimize hep esef etmişimdir. Köklü dönüşümün, kurumların kendi içlerinden tasfiyesi ile hızlandırılışının tanıklığı... Ve bırakın bir şey yapmayı, olabilecekleri, öngörülerinizi anlatamamak. Teslim etmeliyim ki mucize beklentisi modunda bir kitlenin yaratılmış olması ayrı bir başarı. Ve bunda da taraf oldurulan medyanın büyük payı var. Gerçeği, olduğu biçimi ile aktarmak yerine, algı operasyonu ile yeniden biçimlendirip başkalaştırarak, farkında olanları gerçeği anlatmakta zorlanır hale getirmek!.. "Al bu senin gerçeğin" dedikleri ile kaçırılan, sorgulayamadığımız gerçekler ve bunların yaşamlarımızda açtıkları büyük gediklerden söz ediyorum. "Yeni" başlıklı suret çoğaltıldıkça, aslının unutturulmaya çalışıldığı başkalaşma halimiz daha nasıl anlatılır bilemedim.
         
Farklılıklar, farkındalık, öteki, alt kültür gibi söylemlerle yok edilen ortak kültür ve farklı düşüncenin dışlanması süreci bu yazının sınırlarını aşar. Okurun da derin analizlere tahammülü yok. Hele uzun anlatılara!... Kısa yoldan ve mizahi bir üslupla anlatıp, gülümseterek rahatlatacaksınız ki o yazı hit olsun!... "Bak, falanca çok güzel yazmış, çok güldüm..." döneminde sorunlara çözüm odaklı düşünceye yer yok. Sonucu aktarıp, nokta atışı yapacak, sorgulama zeminini boş tutacaksınız.
            
Uzan medyasının tasfiyesi esnasında, yerel TV'de Ersal Yavi'nin programında söylediklerim dün gibi aklımda. Nazi Almanyası sürecini betimleyen Papaz Martin Niemoller'ın (Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı...)  ünlü deyişini anımsatarak, manşetlerle yürütülen Uzan ve Doğan atışmasının yanlışlığına ve sıranın Doğan grubuna da geleceğine değinmiştim. Bu konularda kişilerin kavgasına dahil olmak ve kişiler üzerinden taraf olmak yerine, her zaman basın özgürlüğünden ve kurumlardan yana olmak gerektiğini yazılarla da anlattığım bir dönemdi.
             
Sistemden birilerinin, dolayısı ile kurumların eksiltilmesi, diğerinin başına gelene sevinerek edilgenleşmenin bumerang etkisi üzerine çok öykü biriktirdik son 15 yılda. Çoğulculuk, çok sesliliktir. Kurum çeşitliliğidir. Çok kanallı olmanın, tek sesli olmaya engel olmadığını yaşayarak gördük. İronik olan tek kanallı dönemde çok sesli bir Türkiye varmış demeye başlamak!... İtibar cellatlığı sürecinde kişi odaklı yürütülen tasfiyelerle, küçük küçük karelere odaklanmış toplumun görmezden gelmeyi seçtiği büyük fotoğrafta iyice belirginleşen tek sesliliğin kurumsallaştırılmasına sandık mesafesi kadar ve daha yakın artık Türkiyemiz!...
          
Özgürlükler doğrudan doğruya kısıtlanabildiği gibi, özgürlük aracı olan kurumların tasfiyesi ile de derece derece ve/veya külliyen ortadan kaldırılabilir. Tüm aksine söylemlere karşın, özgür olmadığımız ve adaletin işlemediği algısı giderek güçlenirken, basın sektörünün köklü kurumlarını elinde tutan bir medya devinin döneminin kapanıp, iktidara yakın yeni bir ele devri konusu, olağan olmadığı ilan edilip, ne zaman sona ereceği belli olmayan hal(imiz)de çok daha önemli.  
         
"Hocam, her zaman dediğiniz gibi her değişim, gelişim demek değildir. Ülkemiz değişti derken, elimizde avucumuzda ne varsa iyiye dair, yitip gitti" diye yazmış bir öğrencim. Değerlerin, kurumların hoyratça savuruluşuna tanıklığımıza içimizin acısını hissettiren bir özet bu.
         
Değerleri inşa etmek zor ama korumak daha da zor. Bir büyük ayıklama içindeyiz uzun süredir. Herkes kendisine biçilen kaderi yaşarken bir nedenle yalnız bırakılıyor. Ayıklananların yerine daha iyisini getiremiyoruz. İtibar kıyımı ile başlayan insan israfı giderek çoğalıyor.
         
Türkiye bu menfi seleksiyon ağının dışına çıkmak zorunda. Medyada el değiştirme gibi masum bir fiil değil bu. Yeni ayıklamaların kapısı aralanmış oldu. Aydın Doğan ve onun kişiliği, hataları, sevapları dışından bakmaktan söz ediyorum, buna koşullanmışların oklarının hedefi olmayı göze alarak.
        
Basın özgürlüğü bir idealdir. Koşullar ne olursa olsun asla vazgeçilmemesi gereken. Albert Camus'un ifadesi ile: "Basın hükümetin ve paranın gücüne bağımlı olmadığı zaman özgürdür." Basında tekelleşmenin zirve yaptığı bir süreçte, "bağımlılık ilişkileri ağı" üzerinde durulması gereken en önemli başlık. Kim, kiminle, ne zaman, nasıl, nerede, neden?... gibi unuttuğumuz soruları elimize tutuşturulan sonuç yerine konuşmamızı gerektiren!..
          
İdeallerini gerçekleştirenlerin öykülerinde hep zorluklar ve engellerle mücadele vardır. Koşulların yaratılmasını bekleyerek gerçekleşene ideal denmez. Orada altın tepsiyi kim sunmuşsa onun idealine hizmet için aracılık vardır.
          
Toplum olarak özgürlüğü bir ideal olarak seçiyor muyuz? Yoksa tek seçiciyi özgür kılacak bir düzenin bekçilerinin telkinleriyle kendi özgürlüklerimizden mi vaz geçiyoruz? Yaşamımızın en kritik sınav sorusu bu!...
         
"Özgür birey, özgür medya, özgür ulus". AKP öncesinde fazla uzak olmadığımız bu idealle aramızdaki mesafenin genişlemesinin aynı hatayı sürekli yinelemekten geçtiğini görmekle başlamalıyız. Birbirini tasfiyeye girişen benzer kurumlar tek kaldıklarında daha güçlü bir şekilde yaşamıyor, benzemezinin eline geçerek tasfiye oluyorlar. MHP'nin CHP ve İYİ Parti'ye çatarken dikkate alması; toplumun da kayıkçı kavgasına daha fazla prim vermemesini gerektiren önemli bir saptama bu!.. Kurumlar hem kendi içlerinden, hem de dışlarından çatırdatılarak eritiliyorken bu seyircilik halinin ataleti daha ne kadar sürecek?!..
          
Savrulan kurumlara yenilerinin eklenişine baktıkça; sandıkla sonlanacak filmin sonunu anlamak için çok zeki ve bilgili olmak gerekmiyor; ortalama zeka yeterli. Sadece senaryoyu yazanların bildiği bir sonuç değil bu sürüklendiğimiz!..

NOT: Yandaş, candaş, yalaka, havuz medyası gibi kavramların çoğaltıldığı bir sektörde, tüm güçlüklere karşın özgür ve tarafsız kalma savaşımı veren, kırılmayan kalemlere gitsin bu yazı; saygı ile.