Sandığa geri sayım başladı. Muhalefet kanadında umut, iktidar kanadında endişe, toplumda uzun süren iktidara giderek artan güvensizlik, ekonomideki kötü gidişe öfke ve baskı ortamına tepki, özetle giderek belirginleşen bir hoşnutsuzluk var. Diplerde fısıltılar, yüzeyde sessizlikle gidiyoruz seçimlere... İktidarı göndermek için tüm koşullar oluşmuş durumda. "Buna karşın AKP iktidara gelirse?!.." Bu ihtimal, sandıkla ilgili soru işaretleri ile dile getiriliyor her ortamda. Bu söylemler devlet katmanlarında da yankı bulmuş olmalı ki seçimlerin nasıl güven içinde yapıldığına ilişkin kamu spotu yayımlanıyor!!! 
        
Klasik suçlamalar ve vaatlerin havada uçuştuğu, tarafsız olarak tanımlanan kurumun devlet olanakları ile iktidardaki partiye destekle seçimde alenen taraf oluşuna tepkilerin sızlanmanın ötesine geçemediği ve daha vahimi muhatap bulamadığı bir tuhaf iklimle gidiyoruz seçimlere. İktidar partisi için devlet olanaklarının seferber edildiği ilk seçim de değil bu üstelik... Hukuk dışı söylem ve oldu bittilerin yürütme marifeti ile çoğaltılması için özellikle seçim öncesi süreçlerin kullanıldığının kaç kişi farkında?
        
Meclis'in işlevsizleştirildiği bu süreçte yürütme, rejim karşıtı adımlarını fütursuzca atabilmekte. Muhalefetin seçim meydanları psikolojisi ile sadece eleştirel sözle geçiştirebildiği, "ben yaptım oldu" mantığı ile iktidarın etki alanını genişleten adımlar bunlar. Fiili başkancı sistem!.. Meclis'in yerini yürütmenin aldığı, tek kişinin son noktayı koyduğu bir yönetim anlayışı... Diyanet Başkanı üzerinden yürütülen ve inatlaşmaya dönüşen, statü değişikliğinin araç üzerinden yaşama geçirilmesi bunun çarpıcı bir son örneği.
        
Anayasanın tanımladığı tüm kurumlar görüntüde var. Ancak hepsinin işlevleri çarpıtılmış durumda. İktidardaki partinin adında var olan iki kavram, adalet ve kalkınma başta olmak üzere, sahiplenilen tüm kavram ve kurumların özü boşaltılmış durumda. Kalkınma denildiğinde, yurttaşın kalkınmadığı ekonomide kötü gidişat ile net olarak ortada, kalkınanların kimler olduğu da açık... Devletin temelidir adalet. Yargının adaleti sağlayabilmesi için bırakınız iktidar müdahalesini, siyasetin gölgesi bile düşmemelidir yargının üzerine. Türkiye'de en çok güven duyulan kurumlar arasında yer alan ordu ve yargı AKP sürecinde zedelenmiştir. Parlamentomuz, meclisimiz, Anayasa ile tanımlanan ve güvencesinin yargı ile sağlandığı özgürlüklerimiz... hepsinden uzaklaştırılıp, sadece sistemin en hastalıklı olan hücrelerine, toplumun güven sıralamasında her zaman dip yapan siyasal partilere mahkum edilişimizi sorgula(ya)mıyoruz. Temel konulardan uzak tutularak belli başlıklara kilitlenen siyasetle rejimin temel felsefesinden her bir seçimle biraz daha uzaklaştırılıyoruz. Kemalist kadroların her yerden tasfiyesi ile rejimin kurucu felsefesinin tasfiyesi hedeflenmekte. Parlamenter sistem ile birlikte gönderilmek istenenin üniter devlet yapımız olduğunu seçim sonrasında algılayacağız...
        
Seçimle ilgili tartışmalar, AKP sürecinin ürünü olan HDP'nin barajı aşıp aşmaması ve AKP ile kavga ediyor görüntüsü içinde yürüttüğü kampanya etrafında şekilleniyor. AKP'yi frenlemek için, HDP gazına basanların AKP'ye gaz verdiklerini göremedikleri bir süreç olarak da tarihe geçecek bir seçimin arifesindeyiz. HDP'ye en büyük desteği kavga ediyor görüntüsü ile AKP vermekte. AKP'ye tepkili kitlenin oyları manipüle edilmekte... Başkanlık adı altında formüle edilen sistemin özü nereye dayanacak dersiniz? Federatif yapıya. Bunun tarafları hangi partiler olabilir? Bu soruları sormanın şimdi tam zamanı... Sürekli başkanlık deniliyor... Anayasa yapma keyfiyetini sağlayacak çoğunluk elde edilince dillendirilecek olan, "federasyon" kelimesi şimdilik askıda...
        
Neden ve niçinlerin unutturulup, sonucun dayatıldığı atmosferde, duygular üzerinden verilen mesajlar öne çıkıyor... Aslında oyuncular rollerini pek de iyi oynayamıyorlar ama her geçen gün sayıları artan kötü diziler ve oyuncularla alıştırılmış olmaktan kaynaklansa gerek, dizi gibi izlemeyi yeğliyor toplumumuz. Bu tabloda umutlanmak için elde sadece hepimizin gözlemlediği toplumsal sessizlik var. Bu içine çekilme hali, iktidarı her geçen gün daha fazla tedirginleştiriyor. Meydanlarda bağırmaktan kısılan seslerin söylemlerini tıkalı kulaklar, sıkılı dişler ve kapalı ağızlarla  izleyen kitlenin sandıkta tepkimesi için koşullar olgunlaşmış durumda... Şimdi yüzlerini ekranlarda görmekten bıktıklarımız konuşuyor, toplumun seçimden sonra konuşabilme hakkını elde etmesi, kitlesel tepkimenin gücüne bağlı...