Gökay Akgün-İzmir Milli Kütüphane Vakfı Başkanı Avukat Ulvi Puğ, ellerindeki eşsiz eserleri saklayacak yer bulamadıklarını; kitapların da, misafirlerin de binaya sığmadığını ifade ederek 17 yıllık hayalini gerçekleştirebilmek için tüm kente çağrı yaptı: Gelin, Konak'ta SGK'nin de bulunduğu yapıyı yıkalım. Yerine büyük bir kütüphane ve sanat merkezi yapalım

Konak'ta, bulunduğu caddeye adını veren 104 yıllık bir bina var. Mimarisiyle dikkat çeken, buram buram tarih kokan bu binanın içinde öğrenmek, araştırmak isteyenler için kaynak deryası var. Bu durum sizi heyecanlandırmış olabilir. Ancak bir an önce sakinleşmenizde fayda var. Çünkü hemen ziyaret etmeye kalkışırsanız ve çok şanslı değilseniz, kütüphanede oturacak yer bulamayacak ve hayal kırıklığına uğrayacaksınız.

Milli Kütüphane Vakfı Başkanı Avukat Ulvi Puğ, ziyaretçi sayısından memnun ama faydalanmak için gelenleri geri çevirmek zorunda kalmaktan şikayetçi. Binanın artık dar geldiğini söyleyen Puğ, daha büyük bir yerde hizmet sunmak için bir süredir çabaladıklarını söylüyor; vakfa başkan olduğu günden beri gönlünde yatan hayali gerçekleştirmek için de destek istiyor.

Sizi Ulvi Puğ'un birikimi ve görüşleriyle baş başa bırakalım...

- Mili Kütüphane Vakfı'nın öncelikli hedefi nedir?

İstanbul Üniversitesi'nde eğitim gördüm ve okulu bitirip gönül verdiğim şehre, İzmir'e dönmek için hep sabırsızlandım. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk'ün oluşturmak istediği Cumhuriyet, aklındaki Türk milleti bir ütopya değil. Biz, İzmir'de bunu hayata geçirdik. Mesela İzmir, İstanbul kadar acımasız değil. Bu şehir, insani özelliklerini hiçbir zaman yitirmedi. Burada din, mezhep, dil ayrımından çıkan kavgalar yok. Farklı kültürlere saygısızlık yok. Bu güzel şehirde insanların kavga etmeden birlikte yaşayabileceklerinin ve farklı olmalarına rağmen ortak bir ülküde buluşabileceklerinin ispatı var. Benim annem Çerkes'ti, babam Yugoslav göçmeniydi. Bende Rumeli havası var. Şeyh Şamil çaldığı zaman, heyecanlanırım, kalkıp oynayasım gelir. Lakin göğsümü gere gere Türk olduğumu söylüyorum. Çünkü Atatürk'ün millet anlayışındaki 'Türk' ifadesi etnik kökenle ilişkili değil. Biz burada Laz komşumuzla horon oynar, Kürt komşumuzla halay çekeriz, hep birlikte zeybek oynarız ama yöresel ezgiler susup da İstiklal Marşı'na sıra geldiği zaman, durup hep bir ağızdan söylemesini de biliriz. Türkiye'nin her yeri İzmir gibi olursa, biz Atatürk'ün gösterdiği hedefe, muasır medeniyetler seviyesine doğru sağlam adımlarla ilerleriz. Ülkemiz çok güzel yaşanabilir hale gelir. Bunun için daha bilinçli, eğitimli, okumayı ve araştırmayı seven gençlere, onların yetiştireceği nesillere ihtiyaç duyuyoruz. İşte Milli Kütüphane bunun için var.

- Son yıllarda Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada ve çevresinde yaşanan acıların dinmesi için çözüm yolu aranıyor. Atatürk'ün bütünleştiren milliyetçilik anlayışı, körüklenen etnik köken, din, mezhep ayrımcılığına panzehir olabilir aslında...

20-30 yıldır ayrımcılığa ortam hazırlıyorlar. Bölgede, ulus-devlet anlayışını yıkarak hedeflerine daha kolay ulaşmak istiyorlar. Bunu yapmak için de önce ayrıştırmak gerek. Şu anda bölgede yaşanan tablonun mimarı, bu politikaları uygulayanlar.
Ben, 56 yaşındayım. Gençliğimde insanların etnik kökenlerini kimse inkar etmezdi. Ancak bunları ön plana çıkarma gayreti de yoktu. Bizim sokağımızda Laz Mehmet, Sofu Mehmet ve Kürt Mehmet diye anılan üç ayrı kişi yaşardı. Sofu Mehmet'in bu şekilde çağrılmasının nedeni inançlarını göstere göstere yaşamayı sevmesiydi. Ancak biz, aynı sofrada tüm Mehmetlerle yemek yerdik. Kimse kimseyi yargılamazdı. Son dönemde Sofu Mehmet ile Kürt Mehmet bu memleketin problemi haline geldi. Bu, bilinçli olarak körükleniyor. Elbette Mustafa Kemal Atatürk'ün bütünleştiren anlayışı buna panzehir olur. Zaten bu yüzden Atatürk'ün fikirlerine ve onun fikirlerine benimseyenlere bir saldırı var.

- Size göre; bu saldırıda kullanılan en önemli silah ne?

Toplumun en önemli değeri para. Türkiye ne yazık ki bu hale getirildi. Kafasında karşı devrim hareketi olanların, işe önceki devlet modelinin değerlerini bozmakla başlaması kaçınılmaz. Böyle bir bozulma sürecinin içinden geçiyoruz. Bakın, ülkenin dört bir yanına dikilen büyük büyük binalar bizi birbirimize yabancılaştırıyor. Komşuluk ilişkisi kalmadı. Yatay mahalleler artık dikey. En temel değerlerimiz değişti. Şimdi aile içi yabancılaşma söz konusu. Evde herkes kendine ait elektronik cihazla zaman geçiriyor. İletişim kurmak giderek güçleşiyor. Hal böyle olunca toplumun tüm değerleri anlamını yitiriyor ve geriye sadece 'para' kalıyor. Kullandıkları en önemli silah, yok etmek istediği değerlerin yerine 'mutluluğu parada bulabileceğimiz hırsını' bize aşılama teknikleri. Devamlı tüketen, sürekli en ileriye bakan insanlar ortaya çıktı. Hedef sahibi olmak elbette çok iyi fakat o hedefe doğru ilerlerken uğradığınız ara istasyonlardan keyif almayı bilmek zorundasınız. Sözünü ettiğim türden insanlar için keyif alınması gereken unsurların hiçbir önemi yok. Tek istedikleri bir an önce o 'ileriye' ulaşmak. Ne yazık ki her yolu mübah sayarak... Bizim karşılarında kullanmamız gereken en önemli silah da okumak, araştırmak, öğrenmek. Bir de 'sevmeyi bilmek, bilmeyi sevmek' gerek. Yani içinizde vatan sevgisi varsa mesela, vatan için fedakarlık yapabilmeli, gerektiğinde koltuğunuzu terk etmeyi, sizden sonrakilerin önünü açmayı bilmelisiniz.

- Peki, onlarla 'savaşacak' yeteri kadar 'askerimiz' var mı, kütüphaneye gelen ziyaretçi sayısından memnun musunuz?

Oldukça memunum. Özellikle öğrenciler buradaki muazzam arşivden faydalanmak için bir hayli hevesli ve istekli. Ancak ne yazık ki, bazılarını kapıdan çevirmek zorunda kalıyoruz. Çünkü artık bu binaya sığamıyoruz. Şöyle açıklayabilirim; her İzmirli burayı ziyaret etmeye karar verse, amaçlarına ulaşmak için onlarca yıl sıra beklemeleri gerek. Ne kadar fazla insana hizmet verebilirsek o kadar iyi. Benim 17 yıldan beri en büyük hayalim bunu sağlayabilmek.

- Bu hayal nasıl gerçek olabilir?  

22 senedir Milli Kütüphane Vakfı'nın içindeyim, 2000 yılından bu yana da vakfın başkanlığını yapyorum. Başkan olduğum günden beri bir hayalim var. İzmir'e, 24 saat açık kalacak, çocuklara oyun alanlarıyla, gençlere kafeteryalarıyla çekim merkezi oluşturacak bir kütüphane binasını İzmir'e kazandırmak. Çünkü dediğimiz gibi; Türkiye'nin geleceğini eline silah değil, kitap alan gençler kurtarabilir. Bana göre; Nazım Hikmet'in 'Kız Çocuğu' şiirini bir kere hissederek okuyan bir polisin, 15 yaşındaki bir gence ölüme yol açacak şiddette müdahale etmesi imkansız. O zaman geleceğimizi kurtaralım. Hayalim gerçekleşsin diye uğraştım, uğraşıyorum. Buradaki dokuz üniversitemizin rektörleriyle görüşmeler yaptım. İki kere toplantı yaptık. Heyecanımı onlarla da paylaştım. Bize başka bir bina lazım. Bu binanın Milli Kütüphane Vakfı'nın mülkü olması şart değil. Bize bina verilse bile orayı yönetebilecek bütçeye sahip değiliz. Biz, Bakanlar Kurulu kararıyla 'Milli' unvanına layık görülen bir sivil toplum örgütüyüz. 1 milyon kitap arşivimiz var. On yıl sonra bunun üzerine 1 milyon kitap daha eklenecek. Biz, derleme kütüphanesiyiz. Türkiye'de 6 derleme kütüphanesi var. Bunlardan 5'i İstanbul ve Ankara'da. Bir de biz varız.

- 'Derleme kütüphane' nedir?

Yani Derleme Kanunu'ndan yaralanıyoruz. Basılan bütün yazılı eserlerin her baskısından 15 kitap, sözünü ettiğim 6 kütüphaneye gönderilir. Sadece kitap değil, gazete ve dergide. Bütün Türkiye'de basılan her türlü yazılı eser bize gönderilir. Dolayısıyla arşivimiz çığ gibi büyüyor. Bu arşivi teknolojiyi kullanarak, elektronik ortamda da sunabilmemiz gerekiyor.

- İzmir'i yönetenler, bu şehri TBMM'de temsil edenler bu değerli arşiv konusunda bilgi sahibi mi?

Türkiye'deki kütüphanelerde 20 milyon civarında kitap var. Bunların 1 milyonu bizim kütüphanemizde. Öyle bir haldeyiz ki, bir kitap daha koyacak yerimiz kalmadı. Sorunuz konusunda dertliyim! Kütüphanedeki arşivden yararlanmak bir tarafa, buraya uğramıyorlar bile... Üzülerek söylüyorum; İzmir'in belediye başkanları ya da milletvekilleri, bir devlet büyüğümüze refakat etmek zorunda kalmadıkları müddetçe kütüphanemize adım atmıyorlar. Defalarca yaptığımız davetlere icabet etmeyen yöneticilerimiz, en son kütüphanemizin havasını soluduklarında, eski Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Hanım'a eşlik ediyorlardı. Savaşlar kazanarak, devrimler yaparak, yeni bir devlet var ederek geçirdiği hayatı boyunca üç defa burayı ziyaret edebilmiş Mustafa Kemal Atatürk kadar yoğun olamayacaklarını düşünüyorum. Herhalde burayı pek önemsemiyorlar. Zaten bu yüzden yıllardır kurduğum hayali gerçekleştirebilme yolunda bir türlü adım atamıyorum. Bu sadece benim değil, İzmir'i yöneten, bu şehirde alınan kararlarda sözü geçen herkesin hayali olursa başarabiliriz.

- Peki, yeni kütüphane için yer ya da bina öneriniz var mı?

Bence bunun için en uygun yer, şu anda SGK'nin kullandığı binanın bulunduğu arazi. O yapıların oradan kalktığını, bir mimari proje yarışması düzenlendiğini ve yerine İzmir'in ruhuna yakışan yapıların orada yükseldiğini düşünsenize! Sadece kütüphane yapmakla kalmayalım, yanında bir opera binası olsun, hatta yurt dışından gelecek sanatçıların ücretsiz konaklayabileceği bir butik otel de olsun... Çocukları, gençleri mutlaka oraya çekeriz. Bunun için elini taşın altına koymaya hazır bir sürü insan var. Ancak öncesi için elini taşın altına koyabilecek kişiler gerekli. Bu proje, şehrimizin kalkınmasına da büyük katkı sağlar. İzmir'e gelen turistler bu şehirde daha fazla vakit geçirir. Sadece kütüphanemizde bulunan eserleri sergileyeceğimiz müzeyi gezerler. Operaya giderler. Kemeraltı'nda alışveriş yapar, Türk mutfağıyla tanışırlar...

Kolay gerçekleşecek bir şey olmadığını ben de biliyorum. Bu yüzden sürekli artan kitap arşivimizi bulundurabileceğimiz alternatifler aramayı sürdürüyoruz. Bu konuda Sayın Valimiz ve yardımcısından destek ve yardım görüyoruz. Umarım buradaki güzide eserleri daha fazla kişiyle buluşturma fırsatı elde edebiliriz.