Tüm Türkiye'nin 16 Nisan'a kilitlendiği, evet/hayır maçı (!) sonuçlandı. Uzun soluklu iktidar odaklı fiili yönetimin kapsama alanını anayasa ve yasaların dışına çıkarak genişlettiği; bu genişletilmiş alanda kendi yasalarını "fiili" olarak uygularken, baskılardan sadece sızlanarak, eşit olmayan koşullarda yarışmayı baştan reddedemeyen muhalefet, maçın sonunda şike yapıldı dediğinde, aldığı yanıt; "Atı alan Üsküdar'ı geçti" oldu. Atı baştan kaptırmış ve itirazı süreç üzerinden yapma fırsatı kaçırılmış, yaratılan sonuca itiraz ediliyor olunca, "sonuç üzerinden" dayatılan meşruluk (!) anlayışına dayalı iktidarın galibiyeti ilan edilmiş oldu. Malumun ilamı da diyebilirsiniz.
         
"Evet" üzerine iktidar tüm devlet gücü ile bastırdığı gibi, "hayır" iradesi üzerine de ayrıca ithamlarla baskı kurarak süreç içinde üstünlük kurmuştu ve iktidar lehine propagandada sınır yoktu. "Hayır" cephesinin propaganda alanı sınırlı, hatta iktidar ve yandaşlarınca kara propagandanın hedefiydi.

Sandık sadece sonuç değildir. Öncesi ve sonrasıdır sandığın kaderini belirleyen. Öncesindeki yarışın adil olmadığı tartışmalarına, sonrasında iki buçuk milyon oya tekabül ettiği söylenen mühürsüz oyların "geçerli" olduğu açıklaması ile hakem durumundaki YSK, sandığın kaderini yetkisinin dışına çıkarak belirlemiş oldu.
          
Yarıdan bir fazlasının nicelik anlamına geldiği, oysa ülke kaderi ve kurumsal dönüşümlerin söz konusu olduğu süreçlerde nitelikli çoğunluğun arandığı özellikle hukukçular ve siyasetin duayenlerince bilinen gerçektir.
          
Şirket yönetiminden farklıdır ülke yönetimi.
          
Skor olarak sonuca odaklı maçlardan da farklı olması gerekir.
          
Ne ki; ülke hayır ve evet olarak, cephe/kesit/kısım/taraf/yön/kanat/bölüm..... ne derseniz ikiye ayrılıp, kimin kime gol attığı üzerinden konuştuğumuzda, kazanan olarak ilan edilenin de kaybettiği bir sonuç ortaya çıkabiliyor.
           
Bu referandumun galibi yok. Kaybeden hukuk, demokrasi, kurumsallık adına biriktirdiklerimizle tüm toplumdur. Adalet duygumuzun incindiği nice durumdan sonra artık adalete ilişkin tek bir umut kırıntısının kalmadığı bir dönemeçteyiz. Adında "adalet" sözü geçen bir partinin iktidarda olduğu bir dönemde bunların yaşanıyor olması da ironiden de öte!...  
         
Maçı kazanmak için, sahanın sahibinin her türlü manevrayı çalıştırmasına futbolda şike deniliyor. Bu durumda maçın sonucu şaibeli oluyor. Referandum için söz konusu olan ne şike, ne de şaibe; meşruluğu tartışmalı bir sonuçla atılacak tüm adımların da meşruluk sorunu olacak.
         
Meşruluğun dayanağı sandıktan bir şekilde çıkarılan sonuç değil, kamunun vicdanıdır. Kamu vicdanının yarısını yaralayıp, diğer yarısı ile yola devam edildiği bir sistemde yarım kalan iktidar toplumu bütünleştiremez. Buradan sadece meşru olmayan zora dayalı bir sistem ortaya çıkar.
         
Toplumun tüm kesitleri, hatta "evet" cephesinin hepsinin içine sinen bir sonuç yok ortada.
         
Mühürsüz pusula ve zarflar seçime mühür vurdu ve bu seçim toplumun vicdanında mühürlendi. Yüksek Seçim Kurulu'nun seçimlerin anayasa ve yasalara uygun bir şekilde yapılıp yapılmama durumunu kontrol etmesi gerekirken, yasanın dışına çıkması; "Yandaş Seçim Kurulu" yakıştırmalarına konu edilmesi, hepimiz için kaygı verici bir durumdur.
          
Kurumlar, güçlerini anayasa, yasalar, geçmişte ve günümüzde rollerine uygun işlevleri ile yurttaşların huzur, güven, barış, adalet gibi beklentilerini karşılamak için varlar. Başka deyişle iktidarlara göre biçim almazlar. Hiçbir sebep, kurumların işlevlerinin çarpıtılmasını haklı kılamaz.
          
YSK'nın CHP'nin mühürsüz zarfların iptali başvurusunu reddi, her deprem sonrasında enkaz altında kalanları arayış seslenişini anımsattı: Orada kimse var mı?
           
Yurttaşlar olarak sesimizi duyuracağımız, itirazları iletebileceğimiz ve vicdanımızı susturacak adil bir karşılık alabileceğimiz kaç kurum kaldı?      
           
Hakemin attığı golü yedik mi yemedik mi tartışması ve mühürsüz pusulalarla pusulası şaşmış vaziyetteyiz.
            
Gerçeğin görünür ve net olmasına karşın, haklı, doğru öne çıkamıyorsa, sebep hukukta yaratılan boşluk, yasa marifeti ile baskılanan toplum, iktidar odaklı yönetimdir.
            
İktidarın kalıcılaşması ve tekçi biçimin yerleştirilmesi çabalarına biz yurttaşların da dahil edilişimiz iktidar/muhalefet zıtlaşması üzerinden ve sandıklar marifeti ile yürütülür; biz sandıklar/tartışmalarla oyalanırken, adı artık anılmayan "çözüm süreci" bizi de içine katarak ilerletiliyor.
             
Güven, huzur, barış, adalet, birlik içinde yaşayacağımız günler için çaba gösterirken tüm bunları talep edebileceğimiz kaç kurum kaldı diye düşünmeliyiz.
             
Hakemler bile gol atar hale gelmişse, hem de hepimizin gözü önünde?!...
             
Nereye kadar seyirci kalacağız?!
             
Tam da ulusa egemenliğinin verildiği günün arifesinde...
             
Hani egemenlik devredilemez, iktidar devredilirdi?!
             
Nasıl iktidar devredilmez, egemenlik devredilir hale geldi?
             
Yine de;       
             
Yarınlara dair umutlarımız, tüm hırpalanmalara karşın elimizde hala bizi biz yapan Cumhuriyet değerlerimiz var.
             
Güzel çocuklarımızın aydınlık yüzler ve mutlu gözlerle yarına bakabileceği bir Türkiye düşümüzden hiç vazgeçmeyeceğiz; bundan böyle daha zor olduğunu bilerek...
             
Egemenlikte hep birlikte açtığımız kocaman gedikle, geriye sadece çocukların bayramı kaldı.
             
Bayramınız kutlu olsun çocuklar.