Lütfü Dağtaş- Bir iki gün görüşememiştik Ömer ile. Ömer, Karşıyaka Erkek Lisesi'nden arkadaşım. Benden bir alt sınıfta. İyi anlaşıyoruz. Biz Karşıyaka'da, Çamlık'ın Aksoy Caddesi ile kesiştiği köşede, Karşıyaka Fidanlığı'nın arkasındaki 1738 Sokak'ta oturuyoruz. Kendi evimiz, teras katı. Evin banyosunun geniş penceresinden Fidanlık, Karşıyaka Futbol Sahası ve ardındaki Körfez gözüküyor. Banyo penceremizden manzara gerçekten çok güzel. Ömer ise ailesiyle Çamlık'a çıkan, diğer ucu sahile açık 1743 sokakta oturuyor. 4 katlı bir apartmanın 2. katında kiracılar. Onların evi denize daha yakın. Sokakları, o yıllar pek öyle apartmanlar tarafından henüz kuşatılmış değil. İçleri hanımeli, gül, yasemin çiçeği dolu bahçeli evler sıra sıra sahil çıkışına değin uzanıyor. Çıkışın sol tarafında, bahçesinde İtalyan mahalle arkadaşlarımızla top oynadığımız Batı Koleji var. Bizim Aksoy taraflarında ise yoğun bir çokkatlılaşma epeydir aldı başını gidiyor. Top koşturduğumuz, ilkyazlarda yemyeşil çimlenen arsalar hızla yitiyor. Futbolda kendilerini gösterme olanağını bulan gençlerin Asım Ligi adını verdikleri karşılaşmalar da böylelikle zaman içersinde yitiyor. Memur babamın, o furyada, 1738 Sokak'taki oturduğumuz o çatı daire için 100 TL kapora ödemesiyle kiradan kurtulduğumuzu dün gibi anımsıyorum.

Ömer (Yalçın), tam bir deniz ve müzik tutkunu. Televizyon nedir henüz bilmediğimiz yıllar. Televizyonun salt adını duyuyoruz. Bir de Amerikalılar İzmir Fuarı'nda bize gösteriyorlar. Amerikalıların Çiğli'de askeri üsleri var; orada bir de radyo istasyonu kurmuşlar; sürekli pop, caz türü müzik yayını yapıyorlar. Aretha Franklin, Ray Charles, Elvis Presley, Tom Jones ve daha nicesini listelerde birinci olmuş şarkılarıyla Ömer'in yanından neredeyse hiç eksik etmediği küçük Philips marka el radyosundan, kıyı boyu oturduğumuz yerde dinliyoruz. Kıyı boyu Bostanlı-Karşıyaka İskele-Alaybey arası. Yol ise taşıt trafiği açısından hiç de yoğun değil. Bir Chevrolet ya da Cadillac geçtiği zaman, ardı sıra çıkardığı lastik sesinin yankısı 3-5 dakika sürüyor. Ara ara da fayton atlarının nal sesleri bu yankıyı tamamlıyor.
     *

Lise öğrencisiyiz ama siyasi ortamın karışıklığı içinde buluyoruz kendimizi. 12 Mart Muhtırası verileli 7 ay olmuş. Başbakan Demirel istifa ediyor. Üniversiteler karışık. Pek aklımız ermese de gidişe canımız sıkılıyor. Düşüncelerimiz öğrencilerden yana ağırlık kazanıyor. Öğrencilerin boykotlarına üniversite asistanlarının eylemleri katılıyor. Bu arada Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan yakalanıyor. Amerikalı askerler kaçırılıyor.
     *
Ömer, aynı zamanda el işlerine de yatkın. O bir bezi bir çıtaya çiviliyorsa benim görevim sadece bezi germek oluyor. Çıtalar bir omurgaya dönüşüyorsa; ben, Ömer'in, 'şurasını tut', 'şurasını bırakma' dediği yerleri tutuyor ya da bırakmıyorum. Yaz dinlencelerimizde Soğukkuyu'ya değin yarım saat kadar yaya gidip bir marangozdan üç otuz paraya aldığımız çıtalarla, mahalle bakkalından bedavaya edindiğimiz iki ya da üç adet beyaz şeker çuvalını birbiriyle çatıp iki kişilik bot yapıyoruz. Daha doğrusu Ömer yapıyor, ben destek hizmeti veriyorum. Çıtaları çatıp da çuvalları gerdiğimizde ikimizin sığacağı bir bot çıkıyor ortaya. Sonra bir koşu aldığımız yağlıboyayı iki kat çekiyor Ömer bezin üstüne. Kuruma süreci sabırsızlıkla geçiyor. Ardından kendi aramızda sessiz ama olabildiği denli mutlu bir törenle henüz doldurulup böylesine genişletilmemiş Yalı Caddesi'ni aşıp botumuzu denizle buluşturuyoruz. İki de küreğimiz var tahtadan, birimiz öne birimiz arkaya. Botumuz yüzüyor! Kıyıdan çok açılmamak koşuluyla Körfez'de turlayabiliriz artık; Bostanlı yönünde Dokuz Kayalar'a değin yeşil mavi suyun dibinde salınan yosunları keyifle seyrede seyrede gidebiliriz. Epey ilerimizde yunusların toparlanarak yüzüp gitmeleri ayrı bir sevinç kaynağımız...

1960'ların Karşıyaka'sında, Körfez'de, sahildeki 2 katlı evlere ait ahşap sandal iskeleleri uzanırdı. Dokuz Kayalar dediğimiz yerdeki iskele ahşap değil büyükçe, betondan yapılma bir iskeleydi. Tam Girne Bulvarı'nın ağzına denk gelen, şimdi Yunuslar Heykeli'nin olduğu yerdeydi. Bu iskele de diğer ahşaplar gibi söküldüğünde bacaklarının dayandığı temeller birbirine sıralı dokuz ayak olarak denizde kalmıştı. Üzerleri kömür siyahı midyelerle kaplıydı. Biz birinci, ikinci, üçüncü bacağa değin yürüyerek gider, diğerlerine yüzerek tırmanır, üstünde ayakta durur, oltayla balık avlardık. O dokuz temel bacağı, biz gençlerin arasında, Dokuz Kayalar adını almıştı.
    
Karşıyaka Yelken Kulübü'ne Ömer de ben de uzaktık çünkü öncelikle orada yakından tanıdığımız birisi yoktu. Üye olmamız için teknemiz yoktu. Tekneye gerek olmasa bile üyelik ödentisini öğrenci olarak karşılayabilecek durumumuz yoktu. Ayrıca o yıllar şimdiki gibi yelken kursları yoğun değildi.
    
Ömer'in deniz tutkusu ve elinden iş geliyor olması sonucu; o yıllarda da spor amaçlı yoğun olarak kullanılamayan İzmir Körfezi'ni; ikimiz, amatörün de amatörü olarak değerlendirmenin keyfini sürüyorduk. Bizi gören yaşıtlarımız niye özenip de hiç olmazsa bir bot yapıp denizin keyfini almazlardı, hala şaşarım. Daha ilginci, üçüncü samimi arkadaşımız, aslında kendisi de bir deniz kıyısı ilçenin çocuğu olan Fethiyeli Hasan (**) bu tutkumuzun içinde asla yer almaz, Körfez'in güzelliğini bizimle paylaşmazdı. Onun gözünde birer maceraperesttik.
    
Salt bota binmez yine o yıllar kumsal bir kıyıya açılan sokağın ağzından denize de girer, masmavi sularda yüzer, kurşunsuz oltalarımızla kıyıdan uzun, siyahi, kıvrak biçimde yüzen zargana balıkları yakalardık. Bir de Dalgakıran'ın yanındaki kumsalda ateş yakar, küçük lidakilerle son derece lezzetli isparozları boklu kebap olarak pişirir, ekmeksiz afiyetle yerdik.
     *
     Bir gün yine akşam üzeri Ömer ile evlerinde buluştuk. Rengi atıktı Ömer'in. Hemen dikkatimi çekti:
     -Ne oldu Ömer, okulda ters bir şey mi yaşadın?
    Aşağıdaki bahçede mahalleye koku salmış, çiçek içindeki hanımeliye dikine yasladığı botumuzu gösterdi Ömer:
    -Bugün Körfez'de vuruluyordum!
    -Anlamadım!
    -Kraliçe Elizabeth geldi ya...
    -E,
    -Gördün mü yatını, Pasaport'ta mendirek önüne demirli?
    -Yok, henüz sahile çıkmadım.
    -Bugün sabahtan geldi. Bir güzel süzüldü, bir güzel demir attı ki; ben de merak ettim, hemen bizim botu suya indirdim, küreklere o yönde asıldım.
     -E?
    -Yatın dibine kadar gittim, şöyle etrafında bir tur attım, merakımı yendim tam ayrılacağım sıra üzerime doğrultulmuş bir namlu ve bir bağırmayla irkildim. Güvertedeki asker silahı bana doğrultmuş, 'Ne işin var burada?' diye bağırıyordu. Dilim döndüğünce yatı merak ettiğimi, görmek için geldiğimi anlatmaya çalıştım ama asker çok kızmıştı. 'Hemen uzaklaş buradan, vur emri var!' dedi. O küreklere nasıl asıldığımı bilemiyorum...

*

Gerçekten ucuz atlatmıştı Ömer. Gerçi o yıllar bugünkü gibi terör gündelik yaşamın bir parçası henüz değildi ama üst düzeyde koruma söz konusu olduğu için 'Vur emri'ne kurban gidebilirdi.
     *
Ondan sonra bir daha botumuza bindiğimizi anımsamıyorum. Tadımız kaçmıştı bir kere!
Bu olayı hızla izleyen günler, aylar, yıllar biricik Körfez'imizi elimizden aldı, kıyı alabildiğine dolduruldu, Ömer'lerin sokağına da iç içe apartmanlar dikildi. Gülleri, hanımelileri, yaseminleri, adını sonradan öğrendiğim sellukaları, sokağı dolduran diğer çiçeklerin kokusunu ara ki bulasın!.. Dokuz Kayalar'ın üzerine yapılan dolguya üç adet yunus balığını simgeleyen, bugün de ısınamadığım bir heykel kondu. Ama insanoğlu bugün bu saat henüz, o yüzerek üzerinde saatlerce ayakta dikilip oltayla balık tuttuğumuz dokuz kayadan sondaki sekiz ve dokuzuncusuna ilişemedi. Yolum o taraflara düştüğünde uçları suyun üzerinde belli belirsiz gözüken o iki kayayla göz göze gelmek, o günlerin özlemiyle içimi alabildiğince ürpertir.

(*) İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth (Elizabeth Alexandra Mary- d. 21 Nisan 1926/ taç giymesi 2 Haziran 1953), Cumhurbaşkanı A. Gül'ün davetlisi olarak 37 yıl sonra, 2008'de, eşi Prens Philip ile Türkiye'ye bir kez daha geldi. İngiliz Savunma Bakanlığı, El Kaide saldırısından çekindiği için Kraliçe bu kez Ömer'in merak ettiği yatta değil, Boğaz'da demirleyen 236 metre boyundaki uçak gemisi 'Queen Elizabeth HMS Illustrious'da konakladı. Kraliçe'yi, Türkiye'yi ziyareti sırasında MİT ve MI6'dan 45 ajanın özel koruduğu bilgisi basında yer aldı. Kraliçe bu ziyaretinde, İstanbul ile Bursa'ya uğradı. En uzun süre tahtta kalan kraliçe unvanına sahip. 

2002'de tahta çıkışının 50. yılını 'Altın Jübile' yaparak kutlayan  2. Elizabeth, atlara ve köpeklere düşkünlüğüyle tanınıyor.
 (**) Fethiyeli Hasan. Fethiyeli bir ailenin oğlu idi. Ortaokul ve lisede hep aynı sınıfta okuduk. Ayrı üniversiteleri bitirmemize karşın dostluğumuz bugün de sürmektedir. Tüm öğrenciliği boyunca Karşıyaka'daki ablası Sevim Uysal'ın yanında kaldı. Yaz dinlencelerinde Fethiye'ye giderdi. Şimdi kendi ilçesinde turizmci.