İnce belli çay bardaklarının avuçlara daha bir yakıştığı günler... Eylülden yana devrilen günlerin sabahında serin bir yel perdeleri savuruyor. Ne çabuk geçiyor zaman. Kaç kez geçtik bu yoldan, ama işte her seferinde yine o bilindik hüzün yakıyor içimizi.

Sorular biriktiriyoruz, hiç soru sormayan milyonlar içinde. Şiirler biriktiriyoruz ki şiir okuyan yok. İnce belli çay bardaklarını avuçlarında çeviren, şiirden anlayan o hoş sohbet adamlar da gitti. Şimdi, ne zaman bir köy kahvesinde sohbet açılsa arası açılıyor kırk yıllık dostların. Biz bulduğumuzda da böyle miydi yoksa biz mi bu hale getirdik bu ülkeyi, bilmiyorum? Bildiğim, kötülük çok çabuk çoğalıyor bu topraklar üstünde, iyilik ise hep cılız.

Anladım. 'İnsan yaşadığı yere benzer' diyen şair okumuş bu dünyayı. İnsan ki, 'O yerin suyuna, toprağına, hasretine, yalanına benzer' diyor. Hak vermemek elde değil. İnsan yaşadığı yere benziyor ama sadece suyuna, toprağına, yalanına değil, o yerin insanına da benziyor. Örnek alınan insanlar güzelse o yer de yaşayan insanlar da güzelleşiyor zamanla. Bir söz vardır; 'Adam, adam gölgesinde yetişir' derler. Güzel adamların gölgesinde güzel adamlar yetişiyor, kötülerin gölgesinde ise kötü. Güzel adamlara örnek mi? Gerçekliği tartışma konusu olsa da en güzeli bu olsa gerek;
1940'lı yıllar. Bir gün Milli Eğitim Bakanı'nın odasının kapısı çalınır. Odaya iki lise talebesi girer. Tombul yanaklı olan Bakan'ın yanına yanaşarak, 'Babacığım merhaba. Gazi ile birlikte elini öpmeye geldik' diyerek arkadaşını gösterir. İki samimi arkadaş Gazi ve Can liseden yeni mezun olmuştur. Bakan'ın elini öptükten sonra masanın karşısındaki koltuklara otururlar.
Tombul yanaklı çocuk söz alarak, 'Babacığım biliyorsun okulumuzu her ikimiz de başarı ile bitirdik. Ve bir yıldır para biriktiriyorduk. Eğer senin de iznin olursa bakanlığın bursundan yararlanıp yurt dışına okumaya gitmek istiyoruz' der. Bakan, küçük bir sessizlikten sonra, 'Oğlum biraz dışarı çıkar mısın? Bizi arkadaşınla bir iki dakika yalnız bırak' der.

Oğlu dışarı çıktıktan sonra uzun boylu çocuğa şöyle der; 'Bak evladım, ben sizler gibi başarılı öğrencilerin yurt dışında öğrenim görmesini her zaman desteklerim. Fakat bir bakan olarak oğlumu Amerika'ya gönderirsem, bunu başkaları farklı değerlendireceklerdir. Bu yüzden sadece sana burs vereceğim. Gerekli işlemlerin yapılması için birazdan talimat veririm. Hayırlı olsun' diyerek talebeyi gönderir.
Kapının önünde bekleyen bakanın oğluna sarılan Gazi; 'Can, sana bir iyi, bir de kötü haberim var. Baban bana burs verdi ama senin gitmeni onaylamıyor' der. Can, bir anlık sessizlikten sonra, elini cebine atıp bir mendil çıkartır. İçi para dolu olan mendili arkadaşına uzatıp, 'Al bunları Gazi. Nasıl olsa bana lazım değil artık' der ve bir yıldır biriktirdiği parayı arkadaşına uzatır.
Oğlunun geleceğini ülkesinden sonra düşünen o onurlu, güzel adam Köy Enstitüleri'nin de kurucusu olan dönemin Milli Eğitim Bakanı Sayın Hasan Ali Yücel'dir. Oğlu Can ise, 17 yıl önce yine böyle bir Ağustos gecesi İzmir'de gözlerini dünyaya kapatan büyük şair Can Yücel'dir. Onun lise arkadaşı Gazi ise dünyanın en iyi beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil'dir.

Can Yücel ile ilgili birçok efsane vardır. Belki de Prof. Dr. Gazi Yaşargil'in daha sonra açıkladığı gibi (her ikimiz de yurt dışında kendi imkânlarımızla okuduk) bu hikâye de tam olarak anlatıldığı gibi gerçekleşmemiştir. Fakat bu, onların ülkemizin yetiştirdiği en güzel insanlardan olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü onlar Hasan Ali Yücel gibi bilge bir eğitimcinin gölgesinde yetiştiler.
Ne demiştik. Bir yerde örnek alınan, örnek olan insanlar ne kadar güzelse o yerde yaşayan insanlar da o denli güzelleşiyor zamanla. Öteki türlüsü malumunuz...