Yastığın altına saklanmış şeker poşetidir bayram. Kurban, şeker fark etmez. Yatağın başucunda duran bir çift yeni ayakkabı, sabahı parça parça uykularla gelen gece, çocuk saçlarımıza boca edilen limon kolonyalarıdır.

Bayramlar, avlularıdır komşu evlerin, hoş geldinler, şeker uzatan güler yüzlü komşular, 'bir tane daha al çekinme' cümleleridir. Çocukluktur bayram.
Edip Cansever'in de dediği gibi, 'Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor...'
Her bayram çocukluğumuzun anılarını da beraberinde getiriyor. Çocukluk denen ömrümüzün o uzun çağı hiç bitmiyor.

Bir çocukluk daha geldi dün. Nerde o eski bayramlar cümlesini bile eskitmişken biz. Buradayız, büyüdük. Biz büyüdükçe arttı mutsuzluğumuz. İşte hayatımız, bütünlüğünce akıp gidiyor. Arada bir, bir kenara oturup akışını seyretmen gerek. Gittiğin yolu, durduğun yeri, hayatın sana ne verdiğine, nelerden mahrum bıraktığına bakman gerek. Dönüp geriye bakmadığın sürece ne kadar yürüdüğünün farkına varamazsın.

Hani yüksek bir yamaca tırmanırken mola verir ve o yamaçtan aşağıya bakar ya insan, o anı hatırla, bütün yorgunluğunun boşlukta nasıl eridiğini, nasıl da kendinde yeniden yürümek için taptaze bir güç bulduğunu, kalktığını, yürüdüğünü...

İşte böyle, akıp gidiyor, geçip gidiyor ve bitiyor bazı şeyler. Güzel bir şey söyle şimdi kendine, güzel günleri hatırla.
Güzel kalsın güzel günlerin anısı.
Hangi yaştaysan şimdi, yaşama ve kendine dönüp bakma çağındasın. Yolculuğun bir yere varmak olmadığını bizzat yolculuğun kendisini severek yürümenin gereğini bilmek çağında.

Ben, durdum, döndüm, baktım kendime. Bugün bayram dedim. Bayramları bayram eden kalabalık güzel bir ailem, can dostlarım, arkadaşlarım, sevdiklerim var dedim. Bir selam edip kalktım yürüdüm.

Çocuktum o anda, güzel şeylerin anısı güzel kalsın diye çocuk kalan yanlarımla sesleniyorum, bayramınız mübarek olsun dostlar, arkadaşlar. Nice bayramlara...