Anneyi anneler gününde, babayı babalar gününde, sevgiliyi ise sevgililer gününde hatırlayan güzel ülkemde, önceki gün Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlandı! Türkiye'nin dört bir yanında etkinlikler düzenlendi. Siyasi liderler, (hemen hemen hepsi erkek) alanlardaydı. Kadınlara karanfil dağıtıp, o bilindik "Kadınlar bizim baş tacımızdır", "Kadına kalkan her el, tüm insanlığa kalkmıştır" açıklamalarını yaptılar. Belediyeler festival, yürüyüş, konferans, vb etkinlikler düzenledi. Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün o ilk anlamının uzağındaydık yine, çünkü Emekçi Kadınlar Günü'nün (emekçi) kısmı kayıp. Kadınlar Günü diye bambaşka bir gün var ortada. Çiçeklerle, pahalı hediyelerle kutlanan vıcık vıcık samimiyetsiz bir gün.

Peki, ne olmuştu 8 Mart'ta, neden bu günü Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutluyoruz? Bakmayın öyle konserler, festivallerle kutladığımıza 8 Mart aslında büyük bir acının tarihi... 8 Mart 1857 tarihinde New York'ta 40 bin dokuma işçisi kadın, 16 saatlik çalışma saatinin 10 saate indirilmesi ve ücretlerinin yükseltilmesi için greve çıkar... Bunu birbiri ardına patlak veren grevler izler. Dolayısıyla 8 Mart, ABD işçi sınıfı için önemli bir gün haline gelir.
Bu olaydan 51 yıl sonra, yani 8 Mart 1908'de, yine New York'ta Cotton Tekstil Fabrikası'nda kadın işçiler, daha iyi çalışma koşulları için greve gider... Bu grevde patronlar işçileri, dışarıdan destek görmelerini engellemek üzere fabrikaya kilitler ve çıkan yangında 129 kadın yanarak can verir... 26-27 Ağustos 1910'da Danimarka'nın Kopenhag kentinde toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda da bu tarih, Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin'in önerisiyle Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edilir.

O ilk anlamının her ne kadar uzağında olsa da, bu yıl 'Dünya Emekçi Kadınlar Günü' etkinlikleri diğer yıllardaki etkinliklere nazaran biraz daha farklıydı. Çünkü bu ülkede son günlerde kadınlara karşı adeta sessiz bir savaş başlatılmış durumda. Her gün eşi tarafından bıçaklanan, sevgilisi tarafından öldürülüp cansız bedeni çuval içinde bir kenara atılan, hiç tanımadığı bir sapık tarafından öldürülen, yakılan kadınların haberleri gazetelerin üçüncü sayfalarını dolduruyor. Dile kolay son yedi yılda 1169 kadın öldürüldü bu ülkede; Bin-yüz-altmış-dokuz!

Kadının neredeyse yok sayıldığı ülkemizde kadın olmanın ne kadar zor olduğunu anlamak için illa kadın olmak gerekmiyor. Siyasi ve sosyal alanda kadına biçilen rolün ne olduğunu anlamak için onlarla konuşmaya da gerek yok. Ülkenin erk sahibi siyasetçisi, akademisyeni, eğitimcisi kadına nasıl bakıyor, onu sosyal ve siyasal alanda nasıl konumlandırıyor buna bakmak bile kadınlarımızın içinde olduğu durumu gözler önüne seriyor. İşte birkaç örnek; Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Kadın iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek. Herkesin içinde kahkaha atmayacak", Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, "Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek", İnsan hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, "Tecavüzcü kürtaj yaptırandan daha masumdur", Prof. Dr. Orhan Çeker, "Sorunun odağında kadın var. Sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle (tecavüz) karşılaşman sürpriz olmaz" yorum sizin.
 
Kadının adı çok bu ülkede; Temizlikçi kadın var mesela, ev kadını, sokak kadını, iş kadını, hayat kadını... Ama kadının kendisi yok. Ona evinde otur deniyor, ses etme, konuşma, çalışma, üçten az olmamak şartı ile çocuk doğur, senin en ideal kariyerin annelik deniyor, hemen her fırsatta kadının hayatına müdahale ediliyor. Öldürülüyor (vardır bir suçu, kim bilir neler yapmıştır deniyor) suçlu kadın, tecavüze uğruyor (o kadar açık giyinmeseydi, hak etmiş deniyor) suçlu yine kadın.
Bu ülke kadınlarının çoğu susuyor, susturuluyor.  Susmayan, mücadele eden, direnen kadınlarımızın güzel sesleri ise çirkin erkek sesleri arasında yitip gidiyor...

"Ben kadınım/şiirlerden çok /küfürlerde geçti adım..." Didem Madak