Mola

Abone Ol


Walt Disney, 1950'lerin başında Disneyland fikrini ortaya attığında her türlü gerçeklikle bağlantının kesildiği, masallar alemine yolculuğun yapıldığı bir yer hayal etmiş. Bu hayalini 1955'te gerçekleştirmiş. Benim için Disneyland demek, terapi demek. Bu terapi için de en yakın yer Paris. Tabii Paris'teki Disneyland'ı yaparken, Paris'in soğuk ve yağışlı havasını göze almışlar mı, ona pek emin değilim. Fransızca konuşan 1928 doğumlu Mickey ile göz göze gelince, içinizde barınan her türlü stres hücresi yerini endorfine bırakıyor.

Fransızlar bizden farklılar. Sinirleri alınmış sanki. Örneğin, taksinin bagajını kontrol eden park görevlisi bagajı kapamıyor. Taksici rica edince de, "kapayamam" deyip konuşmayı sonlandırıyor. Taksici de arabadan inip, kendisi kapatıyor. Ve yolumuza aynı sükunette devam ediyoruz. Bu olay Türkiye'de şu şekilde yaşanıyor: "Kapasana kardeşim açtığın gibi şu bagajı", "Kapatsan elin mi kopar", "Allah Allah insanı çıldırtacaklar!". Acaba biz de bu Fransız taksici gibi davransak, enerjimizi boşa harcamasak nasıl olur?

Biz Türk insanındaki pratik zekayı kimseye değişmem o ayrı. Kasada işlem yaparken, aynı anda hem telefona cevap verebilen, hem mal değişimi yapabilen ve hatta çalışma arkadaşlarına laf yetiştirebilen mağaza yetkilisi başka hiçbir ülkede yetişmemekte. Trafik sıkıştığında işini gücünü bırakıp değnekçiliğe soyunan insanımız türünün belki de son örneği. Bizim havamızdan, suyumuzdan ve hatta toprağımızdan dolayı biz farklıyız. Dün yaşananları bugün unutmamız da bundan ileri geliyor. Peki, unutmak insana iyi gelmiyor mu?

Yıllar içince Homo Sapiens kardeşlerimizden yediğimiz kazıkları, gördüğümüz nankörlükleri, uğradığımız ihanetleri unutmayıp, naftalinleyip yüklüklere kaldırsak daha mı faydalı olurdu? Yoksa, onları içimizden affetsek, kısa süreli belleğimizde mi yer versek? Bunun kararı tamamen sizin. Şu devamlı Türk Lirası karşısında yükselen dolar ve euroya gelince, ben sizi affedip çoktan unuttum!