Büyük nüfuslu, geniş iç pazarlı ve zaten dünyanın en yaygın dillerinden birinin konuşulduğu ülkelerde yabancı bir dil öğrenmek, öncelik sırasında en aşağılarda görünebilir. Ancak hepimiz biliriz ki birden fazla dili konuşmak, bilmek birçok fayda sağlar.

Japonya düşük İngilizce seviyesi ile kötü ünlü ülkelerden biriydi ve eğer iş ya da akademik nedenlerle gerçek bir Japon ile tanıştığınızda siz de bunun doğruluğunu kabullenirsiniz. Japonya'yı 2010 yılında ziyaret ettiğimde, iletişimde karşılaşmayı beklediğim zorluklar, benim beklentilerimi bile aştı.

İşlek ve yoğun Tokyo metropolünde İngilizce konuşan kişi bulmak o kadar zor değildir. Zaten sizin yabancı olduğunuzu sezen ve İngilizce bilen bir yurttaş, dil yeteneğini sizin ile denemek için anında size yanaşır. Ancak iletişim tümüyle farklı bir şeydir. Günde 3,6 milyon kişinin kullandığı dünyanın en yoğun tren istasyonu Shinjuku'da dost tavırlı bir Japon benim biraz kaybolmuş görünüm ve tavrımı fark ederek yaklaştı. Bana İngilizce hitap ediyordu ama grameri o kadar kırık dökük ve telaffuzu o kadar kötü idi ki söylediği hiçbir şeyi anlayamamanın mahcubiyetini yaşadım. Bir kaç dakika kadar süren mahcup iletişimsizliğimizden sonra ben Japonların eğilme hareketine benzer bir biçimde başımı eğdim, gülümsedim ve yavaşça duvardaki Tokyo Metrosu haritasına doğru yürüdüm.

Ancak bu hep böyle değildi, hatta daha da kötüydü. 1980'lerde Japon Hükümeti, JET (Japan English Teaching - Japonya İngilizce Eğitimi) adlı akıllıca bir program başlattı.
Bu program çerçevesinde Japonya, iyi ücretler ödeyerek, Japon okullarında öğretebilecek ehliyette genç İngilizce öğretmenlerini ülkeye çekti. Tabii ki sistem pürüzsüz değildi. Bazen doğuştan İngilizce bilen öğretmenler daha ziyade birer insan teyp kayıt cihazı gibi kullanılıyordu. En ön sırada oturup sadece, seviyeleri anadili akıcılığında olmayan Japon öğretmenlerin kelime ya da cümle telaffuzlarını düzelterek tekrar ediyorlardı.

Yine de JET programı zamanla Japonya'daki genel İngilizce seviye ve kalitesini yükseltti ve vatandaşlarının küresel pazarlarda otomobil, elektronik ve hatta şimdilerde viski pazarlaması konusundaki hedeflerine ulaşmalarında daha atılgan ve etkili olmalarını sağladı.

Ben de yarı zamanlı olarak İngilizce eğitimi veriyorum ve bana şu sorular sıkça soruluyor: Çocuklarımın İngilizce öğrenmesi için en iyi başlama yaşı nedir? Haftada kaç saat İngilizce dersi almalıyız? İngilizce öğrenmenin en iyi yolu nedir?

Bu sorular ve daha niceleri yıllardır uzun araştırmalar konusu. Ortaya çıkan şu ki, ne kadar erken başlanırsa o kadar iyidir ve ayrıca ne kadar yoğun, kapsayıcı ve derin olursa o kadar iyidir. Dil öğretiminde yoğunluk, bir öğrencinin öğrendiği dile ve kültüre, gerektiğinde kendi diline sığınamayacak kadar tümüyle kendini vermesidir. Anadili İngilizce bir öğretmenin en önemli avantajlarından birisi, öğretmenin öğrenci ile öz dilinde iletişim için hem olanağı hem de isteğinin olmamasıdır.

Bu kadar zahmetin nedeni nedir? Motivasyon dil öğrenimde çok önemli bir konudur. Öğrencilerin motivasyonu ne kadar yüksekse ve öğrenmek isteyenler bunu ne kadar yaşamlarındaki gerçek gereksinim için yapıyorsa, o kadar başarılı olacaklardır. Örneğin şimdilerde ABD'de, Almanya'da, Rusya'da ve hatta Türkiye'de binlerce çocuk, sevdikleri Japon 'anime' filmleri izlemek ve öz dilinde anlamak için Japonca öğrenmeye çalışıyorlar.

Kendi öğrencilerime bakarak söyleyebilirim ki, özellikle boş zamanlarını İngilizce dizileri ya da YouTube videolarını izleyerek geçirenler en hızlı ilerleyenler.

Şu anda Amerikan basınında, önümüzdeki 2020 seçiminde ABD başkanlığına adaylığını koymuş, 37 yaşındaki politikacı Pete Buttigieg ile ilgili ilginç bir öykü var. Halen İndiana Eyaleti'nin South Bend kentinin belediye başkanı olan politikacı gençliğinde çok beğendiği bir yazarın henüz İngilizce'ye tercüme edilmemiş romanlarını okuyabilmek için kendi kendine Norveççe öğrenmiş. (Norveçli yazar: Erlend Loe. Politikacının gençliğinde hayran olduğu 1996 basımı kitap: Naive. Super (Saf. Süper ))
Gerçekçi olalım, dil öğrenimi kolay değildir. Çoğu zamana bir mücadeledir. Ama bu mücadelenin yan yararları da vardır. Bilimsel bir araştırmaya göre iki dilli olmak bunamayı geciktirmektedir ve başka bir çalışmaya göre de iki dilliler bir felçten zihinsel dönüşte daha başarılı olmaktadırlar.

Ve nihayet bir yabancı dili öğrenmeye başladığınızda o dili konuşan ülke ile ilgili konuları çok daha iyi kavramaya başlarsınız. Gizemli gelenekler ve farklı anlatım biçimleri birden berraklaşır ve anlaşılır hale gelir. Aynı düşüncede olmayabilirsiniz ancak kendinizi inançları, inanışları sorgular hale gelmiş bulursunuz. Bu da sizi kendi kültürel geleneklerinizin ardındaki nedenleri aramaya ve anlamaya götürür.

Sokrates'in dediği gibi 'Sorgulanmayan bir yaşam yaşanmaya değmez'...