Birçoğumuz kalp krizi geçiren birinin, sigarayı bırakmasını, yediklerine dikkat etmesini, daha düzenli yaşamasını, spor yapmasını ve ilaçlarını daha düzenli kullanacağını düşünürüz. Ya da ilişkisinin zarar görmesi, evliliğinin yıkılması, alkol yüzünden oluşmuş bir araba kazasının, unutkanlıkların yoğunlaşmasının alkolü bırakmada ikna edici olabileceğini düşünebiliriz. Ergenlik çağındaki çocukların iyi bir eğitim aldıklarında geri kalan hayatlarının daha konforlu geçirebileceklerini kolaylıkla farkında olduklarına inanırız. Ya da hapse düşmüş birinin, bu cezalandırılma sonrasında yeniden suç işlemekten vazgeçeceğini umabiliriz.
Böyle düşünsek de diyabet, kalp hastalığı ve HIV bulaşması gibi hayatı tehdit edici durumlarda bile tedaviye uyum gösterme hala önemli bir sorundur. Alkol, madde bağımlılığın, kumar oynamanın kendisine çok zarar verdiğini görmelerine rağmen kişilerin aynı bataklıkta debelenmede ısrarları çok sıktır. Cezanın şiddetinin arttırılması, ödenen bedellerin şiddetinin arttırılmasının düşündüğümüzün aksine caydırıcılık etkisi az miktardadır.

Bazı kültürlerde yerleşmiş inanca göre değişim birincil olarak rahatsızlıktan kaçınma ile başlatılmaktadır. Eğer siz yeterince kendilerini kötü hissetmelerini sağlarsanız, insanlar değişecektir. İstenmeyen davranışı cezalandırın ve durdurduğunda da acıyı durdurun. Kişiler yeterince rahatsızlık, utanç, suçluluk, kayıp, tehdit, bunaltı ve aşağılanma hissettiklerinde değişime motive olacaklardır. Bu görüşe göre insanlar henüz yeterince acı çekmedikleri için değişmemektedirler.

Bu düşünce tarzından ben kendi adıma uzağım. Gördüğüm danışanlarımın önemli bir kısmı zaten ıstırap çekmemektedirler. Aşağılama, utanç, suçluluk ve kızgınlık değişim için yeterli gelmemiştir. Bunun yerine olumlu davranış değişimi, kişi bunu içsel değeri olan, önemli bir şeyle ilişkilendirildiğinde daha kolay ortaya çıkmaktadır.
Altay tribünleri 3 haftada bunu başardı. Federasyondan gelen cezalar, her maçta rakip kulüplerin düşman haline getirilmesine neden olan saha olayları ve küfür dolu tribün, taraftarın içinden gelen bir tepki ve devrimle tersine döndü. Son yıllarda artan holiganizm eğilimi, ceza korkusu ya da deplasman yasakları ihtimali ile duraksamadı. Kişilerin kulüplere olan sevgisini ön plana çıkarmak, bireysel tutumların camianın olumlu hedeflerine zarar verdiği gerçeği ile yüzleşmek çok kısa süre içinde Altay tribünlerinin ortak tutumunu değiştirdi. Bu tutum değişikliği her geçen hafta daha fazla seyirci önünde oynama şansını ve takımın üç maç üst üste kazanarak, şampiyonluğun en önemli adayı haline gelmesini sağladı.

Bu kadar kısa süre içinde Altay'ın öz kimliğine uygun motivasyona ulaşmasında önemli rol alan Altay 1914 Taraftarlar Derneği yeni başkanı Murat Göl ve tribün sorumlusu Aytaç Başçı'yı tebrik ediyorum. Bu değişim Altay'ı layık olduğu güzel günlere ulaştıracak en önemli güç ve motivasyondur.