Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok

Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.

Ömer Hayyam'ın şiirlerini Türkçe'ye çeviren Sabahattin Eyüpoğlu 'Ne mutlu düşündüklerini onun gibi söyleyebilene' diyerek tamamlamış önsözünü Hayyam için. Günümüzden 1000 yıl önce düşündükleri, hissettiklerini korkusuzca, umarsızca dile getiren şairin yazdıklarını okumanın, dile getirmenin sakıncalı sayılabildiği bir dönemde yazdıklarını okuyabilmek sadece hayranlık uyandırmıyor, aynı zamanda şaşkınlık ve merakı da pekiştiriyor.

İnsanoğlunun en büyük açmazı ölüm sonrası. Tarih boyunca tüm inanışlar, felsefeler ve dinler bu soruyu cevaplamaya gayret etmiş. Ölüm sonrası kadar aslında yaşam öncesi de belirsiz. Tıpkı tanrının var oluşunun ve sonlanışının belirsizliği gibi. Aslında tüm yaşayanların nereden geldikleri ve nereye yol aldıkları belirsiz. Kimisi bunu kaygıyla karşılıyor, kimisi huzurla. Bu sonsuz var oluş duygusu içinde kendinizi sonsuzluğun bir parçası gibi hissedebilirseniz huzur buluyorsunuz. Ama şimdiki bilincin öncesi ve sonrası belirsizliğe saplanırsanız kaygı başlıyor, ölüm korkusu başlıyor ve belki de bir ihtimal panik atak dediğimiz tıbbi hastalık.

Belki de Hayyam'ın baside indirgemeciliğini içselleştirebilsek hırslarımızdan, tutkularımızdan, ihtiraslarımızdan sıyrılabiliriz. Yaşadığımız her anın bize ne kadar armağan olduğuna inanıyorsak, bunun harici zamanın da bu armağanın bir parçası olacağını hissetmek belki de tüm insanlığın ihtiyacı. Sevgiyle ödüllendirilmiş tüm yaratılmışların belki de en büyük sorumluluğu sevgiyle buna şükretmek. Bu yüzdendir ki savaşlar, savaşlara sebep olanlar, kavgalar, kavganın kışkırtıcıları, ötekileştiren, böldüren, kucaklaşmayan, nefretle bakan ve bunla avunup, övünen. Yaşam sonrası sizin için zor olacak. Biz varken var olan dünya, bizle birlikte yok olacak. Kim bilir nasıl bir yolculuk başlayacak...