Yakın zamanda ülkemizi yönetenler; Avrupa devletlerinin Türkiye'yi kıskandığını ifade ettiler. Bunu birçok köşe yazarı ve düşünce adamı kara mizahla değerlendirdiler. Oysa ben; bu durumu içim acıyarak takip ediyorum. Çünkü bu sözleri söyleyenlerin ve savunanların; bu iddiaları sadece siyaset yapmak için söylemediklerini düşünüyorum. Ülkenin bir kısmı, Türkiye'nin; dünyanın lider ülkelerinden biri olduğuna, onu yönetenlerin dünya lideri olduğuna ve Avrupa devletlerinin ülkemizi gerçekten kıskandığına inanıyorlar. Bu konuda; onları ikna etmenin mümkün olmadığının da farkındayım. Hatta bu durumu kara mizaha alanlar ve bizim gibi 'el insaf' diyenleri vatanı sevmemekle bile itham edebiliyorlar.

Türkiye'nin elbette dünya lideri bir ülke olmasını, onu yönetenlerin dünya lideri olmasını dileriz. Ama yaşadığımız ülkenin koşullarını, her gün basına yansıyan ve gizlenmeye gayret edilen skandallarını gördükçe ve yaşadıkça, dünya lideri olma iddiasını tehlikeli bir büyüklenme olarak görüyorum. 90'lı yıllarda Saddam Hüseyin'in Irak sınırları içerisindeki gücünü düşünün. Dünya devletleri ile ters düştüğünde halk meydanlarındaki, batıya meydan okuyuşunu hatırlayın. Bu büyüklenme, kendini dev aynasında görme ve gerçeklere gözünü kapama; hala bu coğrafyada kanlı gözyaşlarının akmasına sebep oluyor.
Terörün her gün can aldığı; kadınların özgürlüklerinin yok sayıldığı, cinsel saldırıların kız, erkek çocuğu tanımadan en aşağılıkça yaşandığı ve üzerinin ört bas edildiği bir ülkenin kıskanılan bir ülke olduğunu düşünmek; önündeki sis perdesinden üç adım sonrasını görememektir. Bu üç adım sonrası; Irak'ta yaşandığı gibi bir uçurum da olabilir. Bu sisli ortamlar için Türkiye'nin önünü aydınlatabilecek tek rehber Atatürk'ü anlamaktır.