'Founding fathers', ABD'nin kurucularına verdiği isim. Türkçeye "kurucu babalar" olarak çevirebiliriz. Bu söz, devletin gücünü köklerinden aldığının ve kurumsallığın özeti aynı zamanda. Devleti, eski deyişle "mülk"ü var eden anlayışı sahiplenmeden; mülk üzerinde sahipliğin olamayacağının da ifadesi.
Tarihimizin en büyük zaferlerinden birinin, Çanakkale Savaşı'nın 102. yıl dönümündeyiz. Sadece Türkiye'nin değil, tarihin akışını değiştiren büyük zaferin kahramanı Atatürk'ün, 1934 yılında, dış politikada ilke edindiği "Yurtta sulh, cihanda sulh" anlayışına da uygun, insani mesajı her yıl dönümünde yinelenmeyi hak ediyor: Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar... Burada bir dost ülkenin toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar. Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.
Bir Anzak Annesi'nin Atatürk'ün bu satırlarına yanıtı, 'Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını, alicenap sözleriniz hafifletti. Gözyaşlarımız dindi. Bir ana olarak bana, bir güzelim teselli bahşettiniz. Yavrularımızın sonsuz uykularında, huzur içinde dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa bizler de kendilerine 'Ata' demek istiyoruz. Çünkü yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın sözleri gibi yüce, ilahi... Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük Ata'ya tüm analar adına şükran, sevgi, saygıyla...' olmuştur.

Savaşın acılarının ortak anılara dönüştüğü bir asırlık süreçte, insani duygularda buluşulmasına vesile olmuştur Atatürk.  'Dost ülkenin toprakları...' deyişi ile, savaşı değil, barışı yücelten anlayışını, "Yurtta sulh cihanda sulh" özdeyişi ile özetlemiş ve bunu Türk dış politikasının temel ilkesi haline getirerek, denge unsuru bir ülke olmamızı sağlamıştır. Zaferle başı dönen değil, savaşı zafer vesilesi gören değil; barışa giden yola zemin yapan zarif ve insancıl bir anlayış!..
Öyle bir zafer ki bu, yüz yılı devirdiğimiz halde, hala yankıları süren. Hala belleklerde kazılı "Çanakkale geçilmez" ile özetlenen destansı kahramanlık öyküsü. Bağımsızlığımız için yokluk içinde azimle mücadele ederek canlarını veren şehitlerimizi andığımız bugünlerde, devletin bağımsız, yurttaşın özgür olmasının ne büyük mücadelelerin kazanımı olduğunu idrak etmeliyiz. Devletimizi var edenler canlarını bu uğurda vermişken bize düşen, bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü her koşulda, herkese karşı korumaktır.

Günümüzün küreselleşme/liberalleşme başlıkları ile pazarlanan yeni parçalanmaları ve devletlerin güçlerini sarsan dönüşümleri yüz yıl öncesinin planlarından ayrı düşünmek de safdillik olur. Hatta Türkiye'ye dayatılan ve bizleri evet/hayır ikileminde karşı karşıya getiren rejim dönüşümünü (ev ödevini) bu paranteze dahil ederek okumalıyız.

İçinden geçtiğimiz dönüşümcü yüzyılda yeni değerler üretilemediği gibi, var olan güçlü yapı ve kurumlar devrilirken; kendimizi, ulusumuzu, birlikteliğimizi tanımladığımız/tutkalladığımız değerler bir bir alaşağı ediliyorlar. Kurumların boşaltılması, işlevinin içlerinden yürütüldüğü, görünen aktörlerle, asıl olanların birbirleri ile ilişkilerinin işbirliği gibi değil de çatışma biçiminde pazarlandığı sürgit bir çatışma hali ile "barış", çatışmaları planlayan/pazarlayanların adeta silahına dönüşmüş durumda.
Topyekûn savaşların içerik ve niteliğinin dönüşerek sürdüğü "yeni" dedikleri dünya düzeninde, insana dair biriktirilen her şey fütursuzca boşaltılırken, yüz yıl öncesinin insan(lık) adına daha büyük idealler ortaya koyabildiğini ibretle görebiliyoruz. Buradan bakınca; II. Dünya Savaşı sonrasında süren savaş, "soğuk" olmaktan çıkarılınca, psikolojimiz üzerinden yaygınlaştırılana "barış" denilebilir mi gerçekten?!
102. vesilesi ile anma toplantıları yapılırken, bugün açılan parantezin üzerinden atlamayalım. Tam bağımsız bir devlet, özgür yurttaşlar düşümüzden, diğer ülkelere kafa tutuyor görüntüsü ile bir bir kapanan kapılarla uzaklaşmak ve yeni sorun alanları yaratacak girişim ve girişimciler üreten ve eleştiriye kapalı, karşı görüşleri suçlayarak baskılayan siyaset ve siyasetçileri sonuç/kader olarak görmek yerine, buraya nasıl savrulduğumuzu sorgulamalıyız.
Tarihin kahramanlarını yerli yerine oturtup, haklarını teslim etmeden; birlikteliğimizi tutkallayan değerlere sahip çıkamaz ve ortak aklı yeniden üreteceğimiz zeminleri var edemeyiz.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu babası Atatürk ve silah arkadaşlarıdır.
Osmanlı Devleti yıkıldı, yerine modern bir devlet kuruldu ve bizler bu topraklarda yaşayan herkes, hepimiz, bu sayede varız. Varlığımızı borçlu olduğumuz mülk (devlet) hepimizin. Ve bizler ,hepimiz, bu devletin eşit haklara sahip yurttaşlarıyız. Bu hakların güvencesi, serbest ve özgür seçimlerle kurulan Meclis, anayasa ile kurumsallaşan hukuk devleti, muhalefet ve özgür basındır. Tüm bunlar iktidarın tek elde toplanmasının getireceği sakıncalar düşünülerek var edilmiştir. Yetkilerin tek elde toplanmasının önüne fren konulmadan, yöneten/yönetilen dengesi sağlanamaz.
I. Dünya Savaşı yıllarını, kahraman şehitlerimizi anıp, anımsamak demek; arkasından kurtuluş için verilen savaşın kazanımlarına, başta Cumhuriyetimiz olmak üzere sahip çıkmak demektir.

Cumhuriyet nedir? Kurtuluştur, kahramanlıktır, güçlü Meclis'tir, yurttaştır, özgür ve eşit bireydir, laikliktir, ulustur, halktır, hukuktur, partilerdir, parlamentodur, demokrasidir, muhalefettir, özgür basındır, devlettir ve elbette Atatürk'tür. Hepsinin toplamı; devletimizin gücü ve bizim gücümüzdür. Bir ulus; sandıktan çıkardığını ne kadar frenleyebiliyorsa o kadar özgürdür. Özgür ulus, güçlü toplum demektir.
Biriktirilen kurumların güçlerini azaltıp, gücü sadece bir kişide topladığınızda, sandıktan sandığa o(na)ylamaya çağırılan yurttaşlar, gücü elinde bulunduranın özgürlüğünün güvencesi olurlarken, kendi özgürlüklerini bir kişiye teslim ederek boşaltmış, kaderleri ile ilgili kararlarda kendi iradelerinin olmasından kendiliğinden vazgeçmiş olacaklardır. Daha fazla hak ve özgürlük için mücadele etmek yerine, kazanılmış hakları kendiliğimizden terk ederek mi sahip çıkacağız vatanın bağımsızlığı, yurttaşın özgürlüğü için canını veren şehitlerimize?! Ya bir de fütursuzca Atatürk'e saldırma hafifliğinde bulunanlar? Nereden buluyorlar bu cüreti?!
Devletimizin kurucu babasına "Ata" demek, sadece bizi yüceltmiyor. Onun, barışçı kişiliğini teslim edenler, ona 'Ata' derken, devletimizi de yüceltmiş oluyorlar. Yüceltilen bir ulus olmamızı, başta Atatürk, bu uğurda mücadele eden ve canlarını verenlere borçluyuz. Osmanlının ardı ardına hezimetlerinden sonra bize yeniden özgüven kazandıran zaferimizin 102. yılında vatanımızı var eden ve koruyan, uğrunda canını koyan tüm şehitlerimizi minnet, şükran ve rahmetle anıyoruz.