Babam büyük arazili çiftçi bir aileden gelen, bilinen bir zirai ekonomi doçentiydi. Sonra borsada ve büyük pamuk şirketlerinde yöneticilik yapmış, dedemin kaybından sonra  çiftçiliğe de başlamıştı. Aynı dönemde gazetelerde tarımsal ekonomi ağırlıklı makale ve köşe yazıları da yayınlanırdı.
Dünya Bankası projesi kapsamında gelen İsrail Holştayn ineklerimizi uçaktan inerken izlemiştim. Olağanüstü pedigrileri vardı, öyle ki, günde 40 litre üzerinde süt sağdığımız inekler bile vardı. Arazimiz büyük olduğu için, bir bölümünü onların yemlerine tahsis edebilmiştik. Bu sayede dışarıya yem maliyeti ödemeden, gerçekten yüksek verimli ineklerle, 180 sağmal ineğe kadar büyüyen bir sürümüz olmuştu.

Fakat devlet başta olmak üzere, sütü alan kuruluşlar bir kartel oluşturmuşlardı, ve süt fiyatları serbest değildi. Bu yüzden kar edemiyorduk. Babam da inşaat işlerine daha çok zaman ayırmak istedi, ve süt hayvancılığından çekildik.

Aynı dönemde bugün hala beyaz tereyağlarının kokusunu başka bir yerde bulamadığım manda sürümüz de oldu, kurban bayramları için geçici, sonra kısa bir süre için kalıcı koyun sürülerimiz de. Hatta bir keresinde, yılbaşına bir kaç gün kala, lüks lokanta ve marketleri dolaşarak satabildiğim sorumluluğu bana ait bir hindi denemesi bile oldu.
Hayvancılığı içeriden ve alaylı olarak öğrendim. Bugün kuzenlerim büyük işletmeleriyle devam da ediyorlar. O yüzden güncel durumu da biliyorum, ve ülkemizdeki hayvancılık politikaları çok yanlış.

En önemli nokta, Doğu Anadolu'nun Alpler gibi yağmur alan doğal meralarında terör yüzünden hayvancılığın bitmesi. Ülkemizin hayvancılık için en iyi coğrafyasında, insanların canı gibi, hayvanların da canı tehlikede olduğu için, maalesef, büyük bir kayıptayız.

Başta Güney Amerika olmak üzere, yağmur alan geniş meralarda doğal otlarla beslenebilen, bu yüzden maliyeti düşük büyükbaşlar, bizde artık sadece lokal meralarda, ama büyük çoğunlukla çiftliklerdeler. Bu yüzden büyükbaş hayvan nüfusumuzda durdurulamayan bir gerileme var.
İkinci önemli konu devletin et hayvancılığında büyükbaşlara ağırlık vermesi. Bütün dünyada bilinen bir şey tersine çevrilmeye çalışılıyor. Büyükbaşlar büyük sürüler ister, sermaye yoğun bir iştir. 5-10 hayvanla asla ekonomik olmaz. Eğer meraya çıkmıyorlarsa, yem maliyeti çok yüksektir. Bu yüzden kendi yemini yetiştirecek arazisi olmayan işletmeler ayakta kalamaz.

Ama bizde, 50 büyükbaş hayvanın 20 dönümlük arazilerde bakılacağı projelere destek verildi. Ve çoğu da yem maliyeti yüzünden battılar. Oysa 10 küçük baş hayvan her koşulda bir aile tarafından bakılır. Yapılması gereken buydu. Ayrıca yavrulama katsayısı itibarıyla, küçükbaş hayvanlar, hele bir de doğru ırklardan seçilmişlerse, çok daha hızlı ürerler.

Diğer bir konu, doğal otlarla beslenen hayvanların etlerinin daha sağlıklı olması. Antibiyotik katkıları bir yana, artık GDO ve organik beslenme meseleleri de önem kazanmaya başladı. Ama asıl konu, konjüge linoleik asit. Bu madde, vücutta proteinlerin yağ olarak stoklanıp stoklanmamasından sorumlu. CLA adıyla sporculara verilen bu katkı, doğal otlarla beslenen hayvansal gıdalarda mevcut, ama kuru otlar ya da hazır yemlerle beslenen hayvanların ürünlerinde yok. Ve bu maddenin eksiliği nedeniyle, hayvansal proteinler artık bizi şişmanlatıyor.

Kanatlı hayvanlarda üretim nispeten daha iyi olsa da, orada da tavuk firmalarının taşeronluğu dışında eliniz kolunuz bağlı. Et de yumurta da üretseniz, civcivlerden yeme, verilecek ilaçlara kadar, ürünü sizden alacak firmaya bağımlısınız. Nitekim geçen gün bir kaç ilde, üreticiler isyan ettiler, ve zarar ettiklerini, eğer fiyatlar revize edilmezse, gelecek dönemde üretime ara vereceklerini açıkladılar.

Bir de serbest dolaşan tavuk, ve köy yumurtası konusunda maalesef tüketicileri kandıran bir sektör oluştu. Bu tavukların çok büyük çoğunluğu, aslında diğerleriyle aynı yemleri yiyorlar. Ve ne etlerinde, ne yumurtalarında, besin değeri açısından hiç bir fark yok. Bizim çiftliğimizde kendimiz için gerçekten serbest dolaşan tavuklar var, ve emin olun, eğer yem katkısı vermezsek, aç kalırlar. Bazı firmalar ise, standart üretimdeki küçük yumurtaları organik ya da köy yumurtası adı altında el altından pazarlıyorlar.
Türkiye'nin sürekli olarak yurtdışından canlı dana ithal edip, bunların piyasaya sürülüp et fiyatlarını kontrol etme çabası maalesef çözüm olmadığı gibi, mehter marşı temposuyla, et fiyatları her seferinde daha da yükseliyor. Yapılması gereken dana ithalatı yerine, başta damızlık ırklar olmak üzere, küçükbaş hayvanların devlet eliyle ithal edilip, küçük çiftçilere bedava dağıtılması.

Aslında zaten tüketim alışkanlıklarımızda da, mutfağımızda da her zaman küçükbaş hayvan ürünleri öne çıkmıştır. Deli dana krizi sırasında, ünlü et üstadı  Beyti'ye röportaja giden bir hanım gazeteci, krizin kebap satışlarına etkisi olup olmadığını merak etmiş. Beyti ayağa kalkıp röportajı bitirirken sormuş: "Hiç dana etinden kebap olur mu?".
Hiç olur mu?