Oğlum, yazdıklarım ve özel konuşmalarımız yüzünden, bana "sen feminist misin?" diye sordu. 17 yaşında ama çok okuyor, ve benim fikirlerimden etkilenip, kendi fikirlerini oluştur(a)maması, ikimizin de seçimi değil, bu konuda anlaştık.

Bu yüzden ona hep, kendi düşüncelerimden şüphe duyan, ve benim düşüncelerimden de şüphe duymasını istediğim, araştırmak zorunda olduğu, dikkatli cevaplar veriyorum. "Zor soru" dedim, "ben hümanist bile değilim, evrenselciyim". Sonra çok uzun bir açıklama yaptım:
"Evrendeki tüm parçaların aynı değerde olduklarını düşünüyorum. Anarşist zihnim, sahibiyet sevmediği gibi, aidiyet de sevmez, sınır hiç sevmez. Bu yüzden, bazı Hıristiyan argümanları nedeniyle üniteryen üniversalist de değilim, ama en çok onlara yakınım. Fakat bu evrenselcilik, dünyada hümanizmi gerektiriyor.
Mina Urgan'ın dediği gibi, bir süre, "ülkemizdeki hümanistler kendilerini komünist sandılar". Çetin Altan, "evrenin düzeni komünizmdir" derken, monizmden hareketle, aslında tamamen haklıydı. Ama dünyadan ve insanlık perspektifinden bakacaksak, kesinlikle hümanistim. Bütün insanlar ve insanlığın mutlu olması, benim için çok önemli bir yaşam amacı. Ve dünyada hümanist olmak, aslında "keşke mevcudiyetine gerek olmasaydı" dememiz gereken, feminizmin de yanında olmayı gerektiriyor.
Orta doğu ahlakı ve Roma hukuku, kadınları çok ezdi. Hala ezmeye çalışıyor. Oysa, hümanizm, insanı bütün farklılıklarının çeşitliliğiyle sever ve kabul eder. Buna cinsiyet ve cinsel yönelimler de dahildir. Evrenselci olduğum için hümanist, hümanist olduğum için de feminist sayılabilirim" dedim.
Umuyorum ki, gerçek bir erkek olunca, erkekliğini ispatlamak gibi toplumsal bir tuzağa düşmeyecek, içindeki kadınla barışacak. Elbette zaman lazım, ve cevabımdaki terminolojiyi öğrenecek. Önce hümanist, sonra feminist olacak. Çünkü, evrensel olabilmenin yolu, feminizmden geçer.
Aslında bugün ülkemizde mevcut olan siyasi kutuplaşma, en çok kadınlar üzerinden güçleniyor. Kutupların iki tarafının toplumdaki kadın tasavvurları birbirinden çok farklı, ve kızlarının geleceği için her iki taraf da, politika üretmeye çalışıyor.

Öncelikle şunu konuşmak lazım, bir toplumda kadınlara ayrı bir hukuk olabilir mi? Herhangi bir konuda, pozitif ayrımcılık adı altında bile, kadını erkekten ayıran hukuki düzenlemelerin tümü ortadan kalkmadan, evrensel bir uygarlığa ulaşamayız. Bu konuda tek istisna doğum izni olabilir, ki orada da, batı ülkeleri yine ayrımcılık yapmadan, babaya da aynı izinleri verme yolundalar.

Yani aslında insanları kadın ya da erkek diye ayırmak bile abes ve toplumdaki bireyin, dünyaya gelirken kendi seçmediği bir fark üzerinden kategorize edilmesi, temel insan haklarına aykırı. Buna rağmen, kadınlar yüzlerce yıllık kayıplarını hala tam olarak elde edemediler.
1990'ların başında Özal'ın elinden düşürmediği Megatrends 2000 başlıklı bir kitapta, kadınların ekonomi, akademya, ticaret ve siyasette gittikçe yükselecekleri, hatta kadın liderlerin dünyayı şekillendireceği yazıyordu. Çoğu liberal aydın bile buna pek ihtimal vermemişlerdi. Thatcher bir istisnaydı, Butto ve Çiller ise başarısızlıkları nedeniyle bu ihtimali azaltmışlardı.

Ama şimdi kadın liderler, ülkelerini harika bir şekilde yönetiyorlar. Mesela Merkel, üst üste seçim başarılarıyla, siyaset biliminde bile tartışılıyor. Clinton ilk kadın başkan olamadı, ama ABD'de artık bir başkan adayının cinsiyeti tartışılmayacak. Avrupa'da da kadın liderler yükselişte.
Aslında sosyal yetenekleri, empatileri, örgütlenme becerileri, uzlaşmaya açık olmaları ve hayatta kalabilme güdüleri sebebiyle kadınlardan çok daha iyi siyasetçiler çıkması son derece doğal. Ve eşit şans ve şartlar içinde, bir kadın zaten, bir erkek siyasetçiden daha başarılı da olacaktır. Çünkü kadınlar doğum konusundaki içsel bilgileri sebebiyle, evrenin işleyişiyle ilgili daha doğru ve daha geniş bir bakış açısına sahiptirler.
Ülkemize dönersek, muhafazakar kanatta, asıl görevi çocuk doğurmak ve onları yetiştirmek olarak kabul edildiği için, kadının farklı bir hukuka ihtiyacı olduğu, erkekler tarafından korunup kollanması gerektiği söyleniyor. Oysa aynı görev ve sorumluluklar erkeklere de ait, bunları sadece kadına yüklemek de adil değil.
Yine muhafazakarlarda, kadının cinselliği üzerinden kurulan ve bu yüzden kadını geride bırakmaya çalışan bir ahlak anlayışı hakim. Bu konuda da, kadının cinsel hak ve özgürlüklerinin, erkeklerden farklı olduğuna dair, haksız bir kabul var.   

Eğer hepimiz Tanrı'nın eşit çocuklarıysak, muhafazakarların sadece biyolojik farklar yüzünden kadını erkekten sonra 2. sınıf bir varlık olarak kategorize etmeleri de çelişki dolu.
Ama ilginç gelişmeler de var. Başörtülü bir kadının sigara içmeye devam etmesinin, iffetiyle ilgili şüpheler yaratabileceğini söyleyen bir sözde âlime, en büyük tepki başörtülü kadınlardan geldi. Ve kıyafetime karışma kampanyasında, yine bir çok kapalı kadın da aktif rol aldı. Şu anda çok görünmüyor, ama muhafazakar zenginlerin kızları, iş hayatında ipleri ellerine alıyorlar. Ve sosyolojinin kuralı olarak, burjuvalaşma, kadını o kesimde de güçlendiriyor.
Cumhurbaşkanı'nın kızı evlenmeden önce son derece etkindi mesela, belki hala öyledir. Yine saraydaki danışmanlar arasında, ve iktidar partisinin yönetiminde çok aktif çalışan kadınlar da var. Ve bu kadınlar, asla 2. sınıf olmayı kabul etmeyecekler.
Elbette daha çok uzun bir yolumuz var. Ama yine Çetin Altan'ın dediği gibi, enseyi karartmamak da lazım. Hümanizme ulaşmak için feminizm gerekiyor. Ve kadınlar dünyayı daha yaşanabilir bir noktaya taşıyacaklar.

Kadınların özgürlüğünde, erkeklerle eşitliklerinde, ve hep beraber kardeş olduğumuzu yeniden anlayabilmekte buluşalım.